Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Canan Bilge Modalı Bir Sanatçı. 1976 Yılında Mimar Sinan Üniversitesinin tekstil Tasarımı bölümünü bitirmiş. Önceleri boyalarla kumaşlar üzerine Türk motifleri yaparmış. Bu denemelerden sonra o çok sevdiği suluboya fırçasını eline alıp, ekosistemin büyüleyici zenginliğine dalmış. Gördüğü ağaçlar, gök yüzü, kuşlar, denizler ile iç dünyası arasında bir ilişki kurmuş ve işte böylece peyzaja yönelivermiş. Önüne suluboya setini koyup sanatının keyfine de varmış. Dışardan gözleyen biri olarak sulu boya resimlerde hep bir özgürlük bulmuşumdur.
Sevgili Canan, böylesi bir çalışmanın kendisini rahatlattığını ve işe koyulduğunda da mutlu olduğunu fark etmiş. Duygular, istemler sanatçıyı bir süre sonra farklı çalışmalara taşıyabiliyor. Çoğu kişi birkaç denemeden sonra, gerçek yeteneğini fark edip, keyif alacağı bir yola giriyor. Sözünü etmeye çalıştığım durumu, diğer sanatçı arkadaşlarla sohbetimde de görüyorum. Canan Bilge, Evinin bir odasını atölye olarak kullanıyor, çalışırken tüm sorunlardan uzaklaşıyormuş. ‘’Sulu boyaya başlamadan önce düşünüp, uygun gördüğüm bir objenin fotoğrafını çekerek üzerinde onu, hayal gücümün zenginliği ile geliştiriyorum’’ diyor. Resimdeki boyaları kullanırken, renkler ve şekillenmeler bazen düşünüldüğünden farklı görünümlere de ufuk açıp, somuttan soyuta yayılan bambaşka bir üretkenlik de ortaya çıkarabiliyor. Özellikle de bir doğa parçası ele aldığında suluboyanın özgürce ehil ellerle, inanılmaz güzellikler ortaya koyduğunu görmek olası. Ben de Kovid sürecinde evde amatörce yağlı boya doğa resimleri yapmayı denemiştim. Bu sürece dek dikkatimi hiç çekmeyen ayrıntıları fark ettiğimi anladım. Böylece, sanatın inceliklerini bilmenin ne denli önemli olduğunu görebildim. Ama nedense sulu boya yapmanın, ayrı bir cesaret işi olduğunu düşünüyorum. Merakımdan Canan bilgeye ‘’Resim yaparken hatalı bir yerin boyasını nasıl yok ediyorsunuz’’ diye sordum. Kağıt’ı tahrip etmeden kazımakla, kurtarma olabildiğini anlattı. Çok dikkatli olmak gerek her halde. Özellikle ilk zamanlarda İstenmese de bozulan kağıtları buruşturup çöpe atma durumları olabiliyormuş. Neyse ki geri dönüşümü var. Bu sanatta renk ve ton geçişleri ayrı bir hüner istiyor anladığım kadarıyla. Kullanılan boya kaliteli ise, uzun süre kullanılıyormuş. Ancak günümüzde sanatla ilgili malzeme maliyetlerinin, epeyce yüklü olduğunu unutmamak gerek.
Ressamımız, eserleriyle 3 Kişisel, pek çok da karma sergiye katılmış. Geçtiğimiz günlerde ben de onun Moda’daki kişisel sergisine katılmıştım. Nefis tabloları vardı. Bu gibi sanat olaylarının sıcak bir toplumsal ortam yarattığını görmek de ayrıca mutluluk verici.
2012’de Ekslibris ve Gravür çalışmasının öncülerinden Değerli arkadaşımız Ayşen Erte ile birlikte atölye çalışmaları da yapmaya başlamışlar. Sözünü ettiğim sanatın inceliklerini önceki yazılarımdan birinde Sevgili Erte ile de konuşarak anlatmaya çalışmıştım. Bu ay her iki dostumuz da Uluslararası Sergilere katılıma daveti almış. Mayıs sonunda eserlerindeki başarı ile ilgili sertifika sahibi oldular. Devamını dileyelim. Ekslibris Ülkemizde çok bilinmiyor. Kullanılan metal malzeme ve uğraşılarıyla pek kolay olmayan büyük emek isteyen bir sanat dalı. Bu güzel çalışmaları tanıtıp yaymaya çalışılıyorlar. Değerli sanatçılar, Prag, Barselona, Rusya, Finlandia gibi bazı Uluslararası platformlarda eserlerini sergilemişler. Bu öyle bir gönüllü sanat aşkı ki. Sözünü ettiğimiz sergi organizatörleri sadece konaklama yerleri uçak ve yol durumları programı gönderiyorlar ama mali açıdan hiçbir katkı sağlanmıyormuş. Şimdiye dek kişisel bütçelerini zorlayarak katılmaya çalışmışlar. Tabi hiçbir destek olmadan bu pahalı ortamda daha sonrası nasıl olacak bilinmiyor. Haklı olarak sanata ve sanatçıya verilen değer bu mu diye üzülüyoruz. Atölyelerinde öğrenciler yetiştirerek, özendirmeye çalışıyorlar. Dileğimiz, çoğu gönüllü olan sanat emekçilerimizin, değerinin bilinmesi ve desteklenmesi.