Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Ekolojik planlı bir yapılanma: geleceğin, ekonomik verimliliği bir anlamıyla da sürdürülebilirliği açısından olmazsa olmaz bütünsel bir sistem içerir. Bunun için de, “Havza Yönetimi“denen ve su havzasının kaynağından yayılımına göre düzenlenen, eko tarımın, üretimin, yerleşim alanlarının birlikte planlaması; toprak, su kaynakları, orman ve atık deponi alanlarının, yeni duruma göre iyileştirilmesi gibi, reformist çalışmalara gerek vardır.
Ana yapı olan ekopolitik bir plan ve programda da, temel alınması gereken Havza yönetimi, 1990’lı yıllarda ilgili sivil toplum kuruluşlarının da içinde bulunduğu bilimsel çalıştaylarda epeyce tartışmaya açılmıştı. O süreçlerde, plansızlığın ve geç kalınmışlığın ortaya çıkardığı çelişkiler dikkat çekiyor ve farklılık gösteren denenmiş bilimsel öneriler ortaya konuyordu. Önemli olan yanlışlara düşmemekti.
Gelişmiş ülkeler, çok daha erken başlattıkları çalışmalarıyla yıllar öncesiden ilgili yöntemleri benimsemiş ve epeyce yol almışlardı. Örneğin Amerikalı tarihçi felsefeci çevreci bilim insanı Yazar Murray Bookchin, 1952’de kaleme aldığı ‘Gıdadaki Kimyasal Maddeler Sorunu’ başlıklı makalesinde, büyük ölçekli endüstriyel tarımın getirdiği gıda koruyucuları ve pestisitlerin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini yazıp tartışmaya açmıştır. Ekopolitik düzenleme savında da, köklü ve birbiriyle bütünleşen bir sisteme yer vermiştir ki, o tarihlerde teknolojik gelişmelere ve endüstrileşmeyi geriden yakalamaya çalışan az gelişmiş ülkelerin zengin tarım toprakları henüz bozulmamıştı ve doğal sağlıklı ürünler elde edilebiliyordu. kirlilikler daha azdı ve doğal denge tarım sorunları da, ülke gündeminin ilk sıralarında fazla yer almazdı. Dışa açılma ve pazar olma penceresinin açıldığı süreçlerde, dışarıdan ithal bilgi ve öneriler de yavaş yavaş ortaya çıkmış oldu. Örneğin, deneyimli felsefeci Bookchin’in 1964’deki ”Ekoloji ve Devrimci Düşünce” başlıklı makalesinde de ilk kez: politik ekolojinin manifestosu yayımlanmıştı. Bununla: geleceği, günümüzün toplumsal barbarlığının yarattığı sınırlamalardan değil, Insanlığın zengin potansiyelinden hareketle kurmak; durağan değil, taze beyinli insan koşulunda yükseleni aramak; ne olduğu değil, ne olması gerektiği konusunda çalışmak, gibi ilgili karşıtlı ve kıyaslamalı sunumlar ortaya koymuştu. Yazar: “Evrilen bir gerçeklikle, düşünce süreci olarak anlaşılan şey, hakikattir. Amaçların yerine araçları; doğruların yerine kalıcılığı; erdemin yerine tekniği; öznenin yerine nesneyi, geçiren bir toplum, her koşulda ayakta kalma dışında, amacı olmayan bir toplumdur. Amacı destekleyen araçlar toplumsal bakımdan kabul edilebilir” gibi, düşünceler de geliştirmiştir. Ayrıca, ütopyanın önemini de yapıtlarında vurgulayan bilim insanı, düşüncenin önünü açma yolu üzerine, attığı adımlarla, bir anlamda tüm bilimleri kapsayan çevreciliğin bütünselliğine ve bu yönde başvurulacak ana düşünce yöntemlerine de net biçimde işaret etmiş o tarihlerde. Özetle ütopyasını, bu açıdan kurgulamış da denebilir. Çok bilinmeyenli bir denklemden, bilinenleri çıkarıp doğru sonuçlara varmak gibi. Ütopyanın bir yanı da, dogmaları kırıp daha geniş düşünebilmek ve etki altında kalmadan yepyeni bir sistemi yaratabilmek olabilir beyinlerde. Ben ütopyamı zenginleştirmek için, kuşak farkı gözetmeden gençleri dinlediğimde, değişik zenginlikler görüp, bambaşka bir dünyada gezebilme fırsatı yakalıyorum. Taze ve farklı düşünceler, geleceğin gerçeği olabilir ve yepyeni fikir üretme alanları açabilir. Yeter ki dinleyelim, birlikte düşünelim, ütopyalarımızı harekete geçirerek gerçeklere ulaşalım.