Son yıllarda, sadece ticari işleve büründürülen kooperatifçiliğin, Cumhuriyet dönemindeki “dayanışma, karar verme, üretme, paylaşma” üçlü temel anlayışından, tamamen farklılaştığını görüyoruz.1923’lerde, ürettiklerini, tüketime geçene dek izleme olanağına sahip olan köylüler, başkanlarını aralarından seçer; aracısız tefecisiz hak ettikleri emeklerinin karşılığını almış, o yöredeki tarımın sürekliliğini sağlamış olurlardı. Ziraat Bankası da köylüye destek için kurulmuş ve gerçekten de köylü, köyünün efendisi olmuştu.
1989da da, doğal dengeyi korumak ve sağlıksız yaşamı sorgulamak adına S.O.S Çevre Gönüllüleri Platformu, bir adım atarak, 1993 Yılında tüzel kişiliğini oluşturmak üzere, kar dağıtıp ticari kazanç sağlayan değil; tersine, kar dağıtmayan, toplumsal fayda amaçlı bir kooperatif olmayı seçmişti. Tabi, ülkemizdeki inşaat şirketleri vb. gibi büyük kar payı dağıtan ticari kooperatif anlayışına bakıldığında, bir sivil toplum kuruluşunun seçtiği yasal kimliğin yadırgandığını da söylemeliyim. Hatta bürokratik kuruluş işlemleri için görüştüğümüz o zamanki Ticaret Bakanlığındaki yetkililer de, hem şaşırmış hem de ilgi gösterip, yardımcı olmuştu. Açılımı: Sivil Organize Semtler {S.O.S} Çevre Kültür Kooperatifi oldu. Çevre bilincini geliştirme amaçlı kuruluş, bir anlamda “Son balık da yok olduğunda, paranın bir gün yenmeyeceğine” dair, bir mesajın vurgusuydu ki, bu günkü olumsuzlukların yaşanmaması adına, toplumsal uyarıcılık özneleri taşıyordu. Yeni ve gerçek bir kooperatifçilik örneği de: üretici kadınların dayanışma hareketlerinde görülmekte. Hakları yönünde bir araya gelen kadınlar, sömürü sistemine karşı, haklarını koruma mücadelesi veriyorlar. Kapitalist ve erkek egemen toplumlarda kadınların üretimdeki yeri itibariyle, örgütlenmesi, ekonomik özgürlüğünü elde etmesi. çok önemli. Bu durum, özellikle kriz süreçlerinde ekonomiye de katkı sağlar. Oysa kadın emeği örgütlü olmazsa, üreten ucuz işçi olarak sömürülüp, kayıt dışı işçiler arasında kalmaya mahkum. Ne yazık ki, kadın girişimi, üretimi, işletmesi ve emeği: Kooperatifler Yasasının Ana Tüzüğünde “Geleneksel cinsiyetlerine dayalı üretim” biçimi olarak tanımlanmış. Oysa, kadın üreticilerin emeğinin: ucuz işçi, erkeğe yardımcı olarak çalışan ya da devleti ve piyasayı destekleyen 3.Sektör olarak değerlendirilmesi, tamamen cinsiyet ayrımcılığıdır. Bu yönde Brezilya’da, 2003 Yılında üreten kadınlar arasında bir dayanışma sekreterliği oluşturulmuş,1990’larda ekonomide yaşanan durgunluk nedeniyle, yükselen işsizliğe cevaben, ulusal ölçekte söz konusu dayanışma ekonomisinin örgütlenmesi yoluna gidilmiş, kooperatifler, kar yerine, insanların refahının, haklarının öncelemesini ortaya koymuştur. Böylece orada, dayanışma kriterleriyle, ekonomik ilişkilerin demokratikleşmesi, doğanın korunması, bilgi edinme ve sürdürülebilirlik konularında katılımcı dayanışma ekonomisinin kriterlerinin düzenlenmesi istemi kabul görmüştür. Ülkemizde de 1924’ler deki üretim kooperatiflerinin doğa, insan, paylaşım, demokrasi, anlayışıyla, yurdumuzun çeşitli yöresine yayılımı, örneğin, bölgesel üretimine dayalı Çukobirlik, Fiskobirlik, Ege zeytinciliği vb. doğrultusunda kurulan kooperatifler, hem yerel üreticiler hem de ülke ekonomisi için önemli bir gelişme olmuş. Kooperatifçilikten ne anlaşıldığı, ülkemizdeki ve dünyadaki dayanışma örnekleri önemlidir. Emek hakları için kadın üreticilerin dayanışması ve örgütlenerek yayılması; pandemi sürecinde 23 ilçede sürdürülen bostan dayanışma ağlarındaki doğrudan üretim tüketim paylaşımları, sağlıklı yaşam için umut verici olup, desteklenmelidir.
Türksen Başer Kafaoğlu