Ali RIZA GÜLOĞUL / BELLEK-KADIKÖY
HALİÇ VE İSKELELERİ
LALE DEVRİNDEN GÜNÜMÜZE HALİÇ
Osmanlı mimarisine dikkatlice bakıldığında evinden konağına, mektebinden camisine, tekkesine kışlasına kadar sivil, dinî veya resmî; mimariye konu olan her türlü alanda, çeşme, selsebil, havuz, hamam gibi suya ilişkin unsurların vaz geçilmez bir surette ve sıkça kullanıldığı görülür. Sahil sarayları, kasırlar, köprü ve çeşmelerle bezeli derbentler, içme sularıyla zengin mesire alanları, ağaç ve çiçek zevkinin su mimarisi ile birleştirildiği bahçe tezyinatı; onun su ile ilgisini, ihtiyacın en iyi şekilde karşılandığı özellikleri, bir zevk-i selim, ince düşünüş ve zarafetle sunmayı ihmal etmez. Bu sebeple Osmanlı mimarîsi, aynı zamanda bir “su mimarisi” olarak da anılmakta ve bu mimariye hayat veren Osmanlı Medeniyeti ’ne “Su Medeniyeti” de denilebilmektedir.
Osmanlı devletinin başkenti İstanbul, Boğaziçi ve Haliç kıyılarıyla dünyada eşi olmayan özgün bir coğrafî özelliğe sahip. Bu nefis coğrafya, su mimarisinin sahipleri için son derece elverişli bir imkan olarak değerlendirilmiş;
Haliç suları, İstanbul’un coğrafyasına nakşolmuş, siluetindeki o muhteşem selâtin camilerinden okunan ezanları, tekbirleri, salâları; kalelerde yahut mehter bölgelerinde top seslerine karışan nevbetleri, gülbankleri; Mevlevi tekkelerinden ney, kudüm seslerini, Naat-ı Mevlânâ’yı, “Hû”lara karışan evrat okuyuşlarını, tekke zikirlerini; hümayun fasıllarını; günlük koşuşturmalara, sevinç ve hüzünlere, ah ediş, of çekişlere eşlik eden türküleri; davullu zurnalı düğünleri; güreş havalarını; konaklardan akseden fasılları, hanım kızların utlarına eşlik eden ince terennümleri; zilli maşalı kıvrak raks havalarını; çan seslerini, kıraathane, meyhane fasıllarını, ince saz takımlarını dinlemiş dinlemiştir de Kâğıthane Mesiresi, Çağlayan Kasrı, sandal binişli, su seslerine yoldaş olan saz fasıllarıyla “Sâdâbâd” gezintileri… masallara karışırcasına kim bilir kaç musiki iklimine sahne olmuştur…
Kâğıthane’deki ilk cömert eğlencelerin ise Kanunî Sultan Süleyman (1494-1566) tarafından, şehzadelerinin sünnet törenleri için gerçekleştirildiği biliniyor.
Fakat bölgenin asıl gelişimi, XVIII. yüzyılın ilk yarısında III. Ahmet’in damadı ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa (1660-1730) zamanındadır. Alibey Köyü sırtlarındaki eski üç mermer havuz tamir ettirilip oluklarla birbirine bağlanmış ve civar ağaçlandırılmıştır .
Kâğıthane deresinin Humbarahane ‘den daha fazla bir mesafeye kadar eski vadisinin değiştirilmesi, derenin iki tarafının da rıhtım yapılmak üzere mermerlerle çevrilmesi ve derenin yeni yatağının kenarında devrin padişahı için bir de kasır inşa edilmesi, su mimarisi için önemli adımlar olarak yorumlanmaktadır. Yeni inşa edilen bu kasrın önündeki geniş havuza yukarıdan döktürülen sudan dolayı buraya “Çağlayan Kasrı” denilmiş, hemen karşısında ejder başlı fıskiyelerle donatılmış iki cepheli bir çeşmeyle ayrıca süslenmiştir. 1722 tarihinde tamamlanan bu Kasrı-ı Hümayuna ve civarına “Sâdâbâd” denilmiş, civar arazileri devlet adamlarının yaptırdığı yeni köşk, kasır ve bahçelerle genişletilmiştir.
Kâğıthane’nin en parlak dönemi ise, 1718 Pasarofça anlaşması ile başlayıp 1730 Patrona Halil isyanıyla sona eren tarihler arasındadır. İstanbul’da yetiştirilip ünü dünyaya yayılan lâlenin bahçe düzenlemelerindeki bol kullanımı, bütün şehri bir çiçek bahçesine dönüştürdüğünden bu kısa süreye “Lâle Devri” denilmesi, sevilerek benimsenmiş ve kullanılmıştır. Kâğıthane’deki köşk ve bahçelerde icra edilen türlü eğlenceler, elçi kabul törenleri, düğünler, devrin ünlü şair ve bestecilerinin kendi eserlerini okuyarak katıldıkları toplantılarla taçlanmıştır.
III.Ahmed saltanatının son yedi sekiz yılı, Sâdâbâd’ın en görkemli dönemi olarak zikrediliyor. Buradaki eğlenceler, zamanla halk tabakasına kadar inmiş; halk bahar ve bayram günlerini bu mesire yerinde geçirir hale gelmişti. Kayıklarla Sâdâbâd’a gelen İstanbul halkı, konumlarına göre bir yere yerleşip; burada düzenlenen cirit oyunlarını, koşuları ve güreşleri seyretmeyi adet haline getirmişlerdi. Gecelerin ise alabildiğine şiire, saz ve söz sohbetlerine bırakıldığı anlatılıyor.
III. Ahmet, aslında kendisinden iki yüzyıl öncesindeki kadar zengin olmayan Osmanlı Devleti’ni çeşme, kasır, bahçe gibi yenilik ve tamiratla şehre, belki küçük ölçekli fakat son derece dekoratif ve şık görünümlü bir profil kazandırmış oldu. Doğa güzelliklerini bahçe-çiçek peyzaj düzenlemeleriyle işleyen ve onu su mimarisiyle birleştiren uygulamaları, topluma bir moral kaynağı olarak sunmuş, özellikle Kâğıthane’yi toplu eğlencelere, şenliklere açarak, halkın rehabilitasyonunu sağlayıcı önemli adımlar atmıştı. Fakat gereksiz ve israf olarak görülen bu adımlar Patrona Halil isyanıyla durdurulmuş, öfkenin acısı yazık ki, Sâdâbâd ve civarının yakılıp yıkılmasıyla çıkarılmak istenmiştir. I. Mahmut, yıkımdan sonra ihya gayretine düşmüş olsa da, bu efsaneleşmiş bölge bir daha asla eski ihtişamına kavuşamamıştır.
Günümüzde ise haliç o eski günlerinden hiçbir iz barındırmamaktadır. Halicin hoyratça sanayi ve ticaret amaçlı kullanımı ,derelerin taşıdığı alüvyonlar 18. Yy’daki düzenleme çabalarını da baltalamış ve büyük bir çaba ile kurulan haliç iskeleleri birer birer çamura gömülmüş, yakılmış ve yıkılmıştır. Bu gezimizde bu günlerden kalan son kırıntıları, kalmış son iskeleleri hatırlamaya çalışacağız.
HALİÇ HATTI
YEMİŞ İSKELESİ İstanbullun en eski iskelelerindendir. Eminönü Bizans’tan bu yana ticaret merkezi olduğu için önemli bir iskeledir. Balık pazarı olarak da anılır. Kayıkçıların ve mavnacıların kullanımı ile başlayan hareketlilik , haliç hattı vapurlarının çalışmaya başlaması ile Yemiş iskelesi olarak anılmıştır
KASIMPAŞA Galata ile Hasköy arasında en eski yerleşim yeri olan Kasımpaşa Kanuni döneminden beri çeşitli imar hareketleri görmüştür. Veziri Kasım Paşanın adı verilmiştir semte.19. YY da denizcilerin ve tersane personelinin oturduğu zengin bir semtken 1821 yangınında ağır hasar almış ve bir daha toparlanamamıştır.1910’larda tek katlı ahşap olan iskele 2003’de yeniden yapılmıştır Haliç’in en büyük iskelesidir.
FENER
BALAT
HASKÖY Eskiden İstanbul’un bakımlı ve gözde semtlerinden biri idi.1857 de haliç hattı işletmelerinin başlangıç noktası idi. Sonradan başlangıç Köprü iskelesi olmuştur. Hasköy tersanesinin yanında küçük bir ahşap iskele idi. Karadan açıkta ve kazıklar üzerinde idi. Daracık bir köprüden geçilerek iskeleye girilirdi. Halicin dolması nedeni ile 1994 de kapatıldı. Bakımsızlıktan sulara gömüldü. 12 yıl sonra un fabrikasının olduğu yerde Piri Mehmet paşa iskelesi adıyla yeniden orijinaline uygun olarak yapıldı.
SÜTLÜCE Kasımpaşa Hasköy güzergahındadır. İlk iskele 1913 yılında inşa edilmiştir. 1967 de kapatılmıştır. Defalarca açılıp kapanmış ,1993 yılında yanınca kullanılamaz olmuştur. 1998 de Eski Halıcıoğlu ve Sütlüce iskeleleri birleştirilerek tek iskeleye dönüştürülmüştür. Deniz üzerindeki 240 m2lik iskele tescilli eserdir.
AYVANSARAY tamamı kazıklar üzerinde 151 m2’lik bir ahşap iskeledir .Anıtlar kurulunca tescilli eski eserdir. Yeşillikler arasında güzel bir haliç iskelesidir. 1967 de yolcu azlığından kapatılan iskele tarihi boyunca defalarca kapatılmış açılmıştır.2006 yılında yenilenmiştir
EYÜP haliç sahilindeki azınlık kültürünün aksine Eyüp Müslüman toplulukların toplandığı bir semttir.1989 da kazıklı yol projesi sonrası iskele yeniden yapılmıştır. Tescilli eserdir. Haliç hattının son iskelesidir.
Ali Rıza Güloğul