Türksen BAŞER KAFAOĞLU/ BELLEK-KADIKÖY
Ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olması, öyle büyük bir zenginlik ki, deniz ekosistemi açısından bakıldığında, içinde hala sayısız canlı cansız varlıklar yaşamlarını sürdürüp. üretim yapıyorlar, biz de yararlanıyoruz. Özellikle bu yıl kamuya açık olan sahillerimizin, ekonomik sorunlar nedeniyle zorlanarak da olsa, yurttaşların, çoluk çocuğuyla, sıcak günlerde koşup gidebildiği en ucuz dinlence yerleri olduğu görülüyor. Tam da bu sıralarda, toplumsal faydaya açık olması gereken sahillerin, birilerince kuşatılmasına, böylece de halka kapatılmasına izin verilmesi gündeme oturuverdi. Oysa gürültü, atık kirliliği yaratmamak ve ateş yakmamak kaydıyla herkesin, böyle alanlardan yararlanma, insanca yaşama ve tatil geçirme hakkı var.
Toplumun ortak malı olan doğal alanların, sık aralarla, özellikle yine bazı beton meraklıları tatafından ele geçirilme haberlerini, son derece ürkütücü bulmaktayız. Bir taraftan orman yangınlarıyla açılan alanlar, bir taraftan da sahillerin özel kişilere tahsisi yönünde yapılan projelere onay verilmesi gibi, hızlı, hırslı tutum ve kararlar söz konusu. Kimin malı kime satılıyor? yabancı ortaklara ya da özel müşterilere mi, yeterince doyamayanlar daha zengin olsunlar diye mi bu gayret? Muğla, Bodrum, Foça, Seferihisar Çeşme yağmaları gündemde. Sahillere yapılması planlanan, uçuk ücretli turistik tesislere, kıyıların gerçek sahipleri olan orta ya da az gelirli yurttaşlar nasıl gidebilir bu durumda? Kıyı ekosisteminin bozulmaması ve anayasal haklarımız için, bu tür kuşatmalara izin verilmesine daha neler eklenecek bunu bilemiyoruz. Diğer taraftan aynı zihniyet, Muğla Akbelen ormanları ve zeytinlikler için de, yurttaşların tepkilerine ve yürüyen yasal sürece rağmen, 20.000 üzerinde zeytin ağacının kesilmesine devam edilmekte. Böylelikle, doğal denge döngüsüne vurulan darbeden içme suyu kaynakları da zarar görecektir. Akbelen’de, durumu yeniden incelemek üzere, Ağustos ayında, III.Keşif ekibinin devreye girdiği söyleniyor, verilecek raporu doğrusu merak ediyoruz. Zeytinlik alanlardan sonra şimdi de sit alanları niteliğindeki alanlar için, maden arama izni verilmesiyle ilgili yönetmeliğin çıkarılması, gündeme geliverdi. Turistik simge haline gelen Kapodakya’daki bunca yıllık Peri Bacaları, ilgili kurul tarafından derecesi düşürülerek, nasıl yıkılabilir? İnanın yazarken bile çok sıkıntı duyuyorum. Bu durumlar geçiştirilemez.
Yine yeni bir haber: çiftçilerin bankalara ellerindeki tarım arazilerini, rehin olarak verdikleriyle ilgili. Bu, geride kalan değerli üretim alanlarının da yok olması, betonlaşması, yani daha çok üretimden yoksun olmak, açlık ve kıtlık demek. Bulunduğum köyde ve ilçesindeki emlak bürolarının tarla ve zeytinlik alan satış ilanları, birden bire çığ gibi çoğalıverdi. Birileri satmak zorunda kalıp geleceğin daha yoksulu olma, diğerleri ise, bundan pay çıkarma derdinde.
Öyle anlaşılıyor ki en yakında verimli köy toprakları da aslım aslım beton yığınlarına dönüşecek. Sahiller, tarım alanları, zeytinlikler, ormanlar, için dev projeler yapılıyor. Oralarda yıllarca yaşam süren yurttaşların fikri sorulmuyor. Oysa bu yasal bir zorunluluk. Önceden yapımına yetkililer tarafından izin verilen binalardan, birilerinin çıkarları için, insanlar gece yarıları çoluk çocuk, yaka paça evlerinden darp edilerek çıkarılıyor, kim bu sorunları yaşamak ister. Değerli yazar Ali Ekber Yıldırım’ın “Yeni Tarım Düzeni” kitabında da belirttiği gibi “Zengin toprakların yoksul insanları “ olmayı, yurttaşlık haklarımızın yok sayılmasını asla hak etmiyoruz.
Türksen Başer Kafaoğlu
Sahillere 100 metre yakınlarına kadar yapılaşma olmaz diye çıkarılan kanun vardı,uygulanmıyor,halktan ve emekten yana bir iktidar gelirse bu alan içinde,orman içindeki yapılanmaları maliyeti ne olursa olsun,yıkmali,Sn T.
Başer Kafaoglunun tespitlerine yürekten katiliyorum ve kendisinin doğanin korunmasi için emeklerinden dolayi kutluyorum .
Saygı ve minnetle