Türksen BAŞER KAFAOĞLU / BELLEK-KADIKÖY
Gelişmiş ülkeler ve onların büyüsüne kapılan ulus devlet yönetimleri sayesinde, dünyadaki hem açların hem de tokların oransal yükselişi, son 40 Yılda hızını daha da artırıp, uçurumları derinleştirmekte ve dengeleri bozmakta.
Alışıldığı üzere, önce aç bırakıp, sonra suni yöntemlerle doyurmaya çalışır görünmek, aslında hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler açısından bir dünya ayıbı ve suçudur. Görülen o ki, birileri kandırıyor. Diğerleri inanıyor.
Bir tarafta, çöplerden yiyecek toplayanların, bir tarafta sağlıksız ve bağımlı yiyeceklerle obez olanların sayıları artıyor. Ama bir de masalarından havyarı kuş sütü eksik olmayan, hani derler ya “bir eli yağda bir eli balda “diye, öyleleri de var. Anayasal haklardan biri barınma, diğeri ise sağlıklı dengeli beslenmedir ve bunun eşitlik ilkesine göre düzenlenmesi gerekir. Aç insan kolay hastalanır, verimli olamaz, iyi düşünemez, özgürlüğünü ve kişisel haklarını istese de savunamaz, çoğu kez de suça itilir, çünkü beyninin ve vücudunun çalışmasına yetecek gıdalardan yoksun kalmıştır. Böyle toplumlarda sürdürülebilir kalkınmadan, toplumsal eşitlikçi yarardan söz edilemez. Ne var ki, oldum olası yönetimler kendilerine engel olan ve çok konuşanları sevmezler. Yoksul kesimleri kolayca ezerler, zira maddi güç ve egemenlik kendilerindedir. Ama açlığa mahkum ettiklerini, arada ölmeyecek kadar beslemenin, yani politik olarak “zevahiri kurtarma”nın, kendilerine yararlı olacağına inanan çoğu gelişmiş ülkenin, sağlıklı olmayan endüstriyel gıda ürünlerini, gelişmemiş ülkelere pazarlaması ve onlara sözde yardımda bulunma rolü de, anlattığımın farklı bir versiyonu. Bu uğurda neler yapılmıyor ki, Dünya Bankası, 1996’da açlığın Hindistan’a maliyetinin, ulusal üretimin % 3 ile % 9 olarak hesaplandığını açıklamıştı. Küba ve Hindistan’ın Kerala eyaletinde, açlıktan zarar gören kadın ve çocuklar için mücadele başlatmak durumunda kalındığı da bilgiler arasında. Yale Üniversitesinden Psikolog Kelly Brownell “zayıf besleyici tüketimin kalori esasına göre düzenlenen vergi politikalarıyla, ucuzlatılabileceği, meyve ve sebzeler üzerindeki, vergilerin tamamıyla kaldırılabileceği” gibi önerilerde bulunmuştu. Beslenme konusu dünyanın her yerinde güncelliğini koruyorsa da, sistem anlayışı nedeniyle, çareler yeterince yerine oturamıyor. artık son yıllarda meyve ve sebze fiyatları el yakıyor, sağlıksız ve eşitsiz beslenme eksi yönde. Dengeli, dengesiz ve yetersiz beslenmeyi esas alan pek çok sav geliştirilen dünyada, bir diğer yanlış beslenme sonucu da obezitedir. Aşırı kilo alma, son 30 Yılda özellikle ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin sorunları arasında yer almakta. Örneğin, söz konusu ülkede ergin nüfusun % 55’inin normal standartlara göre daha kilolu olduğu, bunlardan % 23’ünün tıbben şişman niteliğinde, her 5 Amerikalıdan birinin de fazla kilolu olduğu ve hızlı bir artışın sürdüğü, Dünya Bankası raporlarından biliniyor. Sağlıklı beslenmenin en önemli etkenlerini özetle, üreticiler, doğal çevresel koşulları, kooperatifleşmeler ve tüketiciler oluşturmakta. Çok uluslu gıda tekellerinin, insanlığı nereye götürdüğü de açıkça bilindiğine göre, ulusal politikalar üretimden başlayarak, özellikle kadın emeğinin güçlendirilip yaygınlaşmasını, doğrudan üretim ve tüketimi, doğal çevresel koşullara dönüş düzenlemesini, toplum sağlığına uygun eşit dağılımlı, doğal ve kontrollü ürün tüketimini ve de alım gücü eşitliğini sağlayabilirlerse, toplum da, ekonomi de rahatlar. Artık geceleri, ertesi gün “ne yiyip nasıl geçineceğiz” kabusuyla uyuyamayan insanlarımız olmasın, istiyoruz. Bunun da yolu, Planlı ekonomiden geçer.