Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Anadolu’da zeytin yetiştirilmeye MÖ 4000 Yıllarında başlandığı, buradan Akdeniz’in diğer ülkelerine yayıldığı biliniyor. Daha sonraları, Osmanlı, Yunan, Roma gibi o tarihteki büyük medeniyetlerin, yarış edercesine sahiplendiği bir zenginlik ürünüymüş. 1925’de Tarım Kanunu kapsamındaki yasa, aynı zamanda ülkemizdeki zeytinciliği de içeriyor. 1939 Yılında çıkarılan 3573 Sayılı Kanun da zeytinin ıslahı ve kaliteli yetiştirilmesiyle ilgili. 1995 Yılında aynı Yasanın 2.Maddesi, söz konusu ve benzer alanların, tespiti ve haritalandırılması ile ilgili olarak değiştirildi. Aslında Özelleştirmeyle birlikte, zeytinlik alanların eski haliyle kalamayacağı belliydi. Bir süre sonra zeytinlikler, daha çok kazanç getiren alanlara dönüştürüldü. Öyle ki aynı yasa, günümüze dek tam da 11 Kez değiştirilmek istendi. Zeytin, ülkemizin bulunduğu iklim kuşağına, toprağına uygun. Geni kesimi hatta gelecek kuşakları doyurabilecek bir zenginlik. 41 İlimize ve 270 İlçemize yayılan üretimin %53’ü Ege’de, %181’i Marmara’da, 8.23’ü Akdeniz’de, %6’sı Güney Doğu’da yapılmakta ve geliştirilmekte. Pek çok üreticinin ekmek teknesi. Hatta dış ülkelere ihraç edilerek beğeni gördü. Yaprağından, meyvesine yağından küspesine dek, ender yerli ürünlerimizden. Yağının sağlıkla ilgili inanılmaz doğal faydası var. 1960 yıllarında ABD’de sadece eczanelerde ilaç gibi ufak şişeler içinde satılırdı ve çok pahalıydı. Umalım ki bizde de yoksulun katığı olarak bilinen bu zenginlik, o hale gelmez. Mitoloji’de de yer aldığı üzere, dostlukların devamı için uzatılan ve simge olarak kabul gören zeytin dalına, son süreçlerde insanlığın gereksinimi çok fazla. Yetiştiricilerin, ağaçlarıyla yaşam biçimi olarak bütünleşmesi ve onları canları pahasına korumaya çalışması, güçlü bir toplumsal refleksi de ortaya koyuyor. Ömürlerini adayarak verdikleri emeklere saygı duyulmalı. İthal malı olmayan çok az ürünümüz kaldı. Yıllarca ağız tadıyla yararlandığımız zeytin ağaçları da artık tehlikede. Ülke ve aile ekonomisine katkısı ve sürdürülebilirliği anlamında büyük değer taşıyor. Elbette yok edilmemesi gerek. Zeytinliklerin oluşturulması, bakımı yetişmesi ve ürün vermesi emek istiyor ve yıllar alıyor. Bir ömür boyu desek az olur. Toplum yararına ve milli servet olan alanlar için, 2025 Yılında 3573 Sayılı Zeytin Yasanın bazı maddelerinin değişikliği ile ilgili teklif, torbadan çıkıverdi ve kabul edildi. Artık bu değerli alanlar bazı yerlerde CED Raporuna gerek duyulmadan maden aramasına ve turizme açılabilecek. Bir tek umut kaldı. O da Anayasa Mahkemesi başvurusu. 2022’de TMMOB Ziraat Mühendisleri ve 15 Meslek Odası, söz konusu Yönetmelik değişikliğine itiraz etmiş ‘’Bu arazilerin madene açılması, anayasaya aykırıdır’’ demişlerdi. Ne var ki korkulan başa geldi. Başta Muğla İline bağlı İkizköy’lüler, olmak ülkenin tüm zeytin üreticileri ve sivil toplum örgütleri duruma, karşı çıkıyor. Tepkiler büyümekte. Kazdağları-Hacıbekirler köylüleri de hayvanlarının, tarlalarının ve yaşamlarının maden aranmasından nasıl zarar gördüğünü içleri yanarak açıkladı. Yeni değişikliğin savunucuları ‘’Üstün Kamu Yararı var’’ diyor. Oysa, Üstün Kamu Yararı: özel bir şirket karı için maden çıkarmak değil, toplumun büyük kesiminin yararlanması ile olasıdır. Bu da’’ Çevre Ekonomisi ve Muhasebesi yöntemiyle’’ Bilimsel Ölçüt ve Kıyaslamalardan çıkacak sonuca göre belirlenir. Bazı dünya ülkelerinde Yeşil Muhasebe Sistemine, yıllar öncesinden başlandı. S.O.S Çevre Gönüllüleri de Ülkemizde buna 1998 ‘de öncülük etti. Dünya Çevre Örgütü Üyesi Prof Dr. David Pearce’in ve diğer Yabancı Yerli Bilim İnsanlarının katıldığı Sempozyumda konu Üç Gün boyunca tartışıldı ve kitaplaştı. Termik santrallar için kömür çıkarılmanın da gerekçesi, fosil yakıt kullanımına ağırlık verilmesi anlamına gelmekte. İklim Krizi nedenleri bilinirken, bu düşünce, kabul edilemez. Kamu Üstün Yararı kömürle değil, Yenilenebilir ve Temiz Enerjilere, yatırım yapmakla olur. Tabi aynı yasayla, sulak alanlar ve meralarda da maden aranabilecek. Böylece değerli doğal kaynaklar, amaç dışı kullanılacağı için ne yazık ki sürdürülebilir üretim olamayacak. Sonuç olarak da yaşanabilirliğin yerini, çölleşme alacak.