Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer
1950‘lere dek Göztepe, İstanbul’un sayfiye yerlerinden biriydi. Tertemiz denizi, göğü kucaklayan ağaçları; geniş çayırları ve tarih kokan köşkleriyle huzur verici bir yerleşkeydi. Görkemli istasyonundan geçen binlerce kişi ve kara tren dostlukları unutulur gibi değil. Bekleme yerinden yukarı doğru uzanan merdivenlerden caddeye çıkıldığında, pastanesi postanesi ve yan yana küçük dükkanlarıyla sevimli bir kasaba gibiydi Göztepe. Herkes birbirini tanır selamlaşırdı. Yıllara meydan okuyan Beyaz Köşk, Rukiye Sultan Köşkü, Abdullah Hayri Paşa Köşkü, Mehmet Hayri Paşa Köşkü, gibi yapılarıyla daha çok paşa ve ağaların otağı olarak da bilinir. Her biri başka bir yaşanmışlık öyküsüyle tarih kokar. Çoğu yere yürüyerek gidilirdi. Özel araba pek azdı. Örneğin Caddebostan’daki Budak Sinemasına gidişimiz de böyle olurdu. Çocukluğumun büyük kısmı anneannemin Ortabahar Sokakdaki evinde geçti. Göztepe’nin çok renkli bir sosyal yapısı vardı. Toplum belleğinde iz bırakan bazı kişilerle, sıkça karşılaşırdık. Kimler yoktu ki. Örneğin Nadir Ağa. Anlatılan o ki: 1882 ‘de Habeşistan’da doğduktan sonra tacirlere satılmış, sonra Sudan üzerinden İstanbul’a gelmiş, Osmanlı sarayına girince de iğdiş edilip hareme alınmış. Harem Ağalığına dek yükselmiş. II.Abdülhamit’in Yıldız Sarayındaki gizli hazinesinin yerini bilen 5. Kişi olduğu; oranın talanından sonra idamla tehdit edilince kasanın yerini söylemek zorunda kaldığı için saraydan ayrıldığı söylenirdi. Nadir ağa’yı, herkes tanır ve severdi. 1966’da Hayatını kaybettikten sonra evi yıkıldıysa da adı yaşadığı sokağa verildi. Uzun süreler nezihliğini koruyup ilgi gören Bağdat caddesinde Vapur Köşk olarak bilinen evimizi büyük babam değişik bir mimari tarzıyla ve özenerek yaptırmış. Annemin gençlik anılarının olduğu bu iki katlı evi ben de çocukken görmüştüm. Yıllar sonra evin yerinde kocaman çok katlı beton bir bina yapılmış olduğunu gördüğümüzde de inanamamıştık. Daha sonra bizim büyükler, Göztepe Orta bahar Sokakta, yaklaşık Dört Dönümlük bir arsa içinde iki katlı bir evde yaşamlarını sürdürdüler. Bahçesinde olmayan çam türü, meyve ağacı sarmaşıklar ve hayvanlar yoktu. İçinde kaybolur hatta korkardık. O uçsuz bucaksız yerde daha sonraları iki komşumuz da olunca çok sevindik. Tek katlı evlerden birinde çocukluktan tanıştığımız, yıllar sonra da Sertel Vakfı Yıldönümünde karşılaştığımız Cumhuriyetin Köşe Yazarı Orhan Erinç’İn ailesi; diğerinde de piyano çalan yeğenine, gitarla eşlik eden Özdemir Erdoğan’nın yakınları yaşardı. Mini Mimi Valimiz Lakaplı Ordinaryüz Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın Köşkü, sokağımızın köşesindeydi. 1950-1965 Yılları arasında kendisini ülkede tanımayan yoktu. Belediye Başkanlığı ve Valilik yaptı. ‘’Mini mini Valimiz Ne olacak halimiz’’ tekerlemeli melodisi, dilden dile dolaşıp dururdu. Kendisi Ruh ve Sinir Hastalıkları üzerindeki çalışmalarıyla da epeyce ünlenmişti. Ölümünden önce servetinin tümünü, kurucusu olduğu Fahrettin Gökay Vakfına bağışladığı öğrenildi.
İstasyon Caddesine anımsadığım üzücü olaylardan biri de 6-7 Eylül Olaylarıdır.1965 Yılıydı. Maksatlı olduğu anlaşılan bir grup dükkanları tahrip ve talan etmişti. Sakin ilçede ilk kez yapılan bu ırkçı saldırı semt sakinlerini epeyce huzursuz etmişti.
Günümüzdeki Göztepe ve Özgürlük Parkları 1950-1965 Yılları arasında taş ocağı olarak kullanılırmış. Ben de sonradan öğrendim. 1983’den sonra park olmasına karar verilmiş. Çok da iyi olmuş. Tren İstasyonundan Erenköy Kız Lisesi’ne, doğallığın sarmaladığı masal gibi
ulu ağaçların arasındaki bir yoldan yürünürdü. Bahçeler arasındaki tarihi köşkler, parıldayan gün aydığında öykülerini fısıldar gibiydi. Lisemizin yerinde önceleri Rıdvan Paşa Köşkü varmış. 1945’de çıkan yangınla büyük bir kısmı kül olmuş. 1956-59 arasında sınıflarımız, sonradan yapılmış olan beton binadaydı. Müzik derslerimizi ve Yıldönümü kutlamalarını yangından arta kalan tarihi binada yapardık. Aradan yıllar geçti. Her şeyler o denli değişti ki, artık ne oraları tanıyabiliyor ne de eski tadı alabiliyoruz.