Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Samuel Mors 1971 Doğumlu bir Portre Ressamıydı. Aynı zamanda elektromanyetik alan da dikkatini çekiyordu. New York Üniversitesinde elektrikli telgraf fikrine ve denemelerine yöneldi. Abdülmecid’in Tanzimat Fermanıyla 1840’da ilk kez bir postane kurduğunu biliyordu. Bazı çalışmalar hazırladı. Arkadaşı Chemberlain’in, Abdülmecid’le konuyu görüşmesi için İstanbul’a gitmesini istedi. Chemberlaine, telgraf makinasını da yanına alarak yola koyuldu. Tuna vapurunda yolculuk yaptığı sırada vapuru battı ve boğulup hayatını kaybetti. Ardından, gerçekleşemeyen önemli deneme için Mors, çalışmalarını yine ısrarla sürdürdü. 1847 Yılında ilk mesajı, elektrikli tel yoluyla Baltimor’dan-Washington’a göndermeyi başarmıştı. Durumdan haberdar olan, Osmanlı İmparatorluğu’nda görevli Jeolog Prof. J.Lawrence de destek amacıyla Mors için, iki telgraf aracı ısmarladı. O, bundan da yararlanarak mekanik konuları iyi bilen başka bir Amerikalı dostu ile birlikte, yapacakları işin gösterimi için, önce Abdülmecid’i bilgilendirdi. Aldıkları izinle Bebek’de günlerce deneme yaptı. Sonunda Beylerbeyi Sarayı’ndaki tahtın bulunduğu oda ile, ondan uzakta olan bir köşe arasına cihaz kuruldu. Deneme sonucu başarılıydı. Abdülmecid de bu duruma tanık olmuş, epeyce etkilenmişti. Böylece İstanbul’dan Edirne’ye ilk telgraf hattı çekilmiş oldu. Çalışmalar daha sonra da birlikte sürdürüldü. Samuel Mors, dünya iletişim devrimi olarak bilinen alfabeye, kendi adını verdi. Ne var ki aradan geçen 150 Yıl sonra söz konusu teknolojinin yeri, artık hurda mezarlıkları olmuştu. Çünkü zamanla gelişmiş teknolojiler devreye girdi ve hızla yayıldı. Manyetolu telefon, telsiz, tele faks, çevirmeli tuşlu renkli taşınabilir telefon çeşitleri, kompütürler, ülke pazarlarında çokça talep gördü. Cihazlar, sadece işlevsel yeniliklerle değil, görsellikleriyle de çeşitlendi. Yabancı ortaklıklı montaj sanayi üretimi farklı markalarıyla tüm ülkelere yayılıverdi. Çalıştığım yıllarda iş yerimizde ‘’Commodore 60’’la tanıştığımızı anımsıyorum. Tüplü küçük televizyon görünümünde, gri renkli sevimli bir kutuydu. Komutlarla, bazı özel programlar da yapılabiliyordu. Daha o tarihlerde ülkemizde paket programlar yoktu. Kısa sürede çalışmalar yapılıp, çeşitlendi ve çoğaldı. İlk süreçlerde en çok banka ve iş yerlerinde hazır program ve online sistemler kullanılmaya başladı. Ardından İnternetli, becerili, görüntülü Tablet ve cep telefonları vb. geliştirildi. Anlık dokunuşlarla dünyanın öbür ucuyla da artık görüntülü toplantılar yapılıyor. Dünya devleri, dijital üretimlerinin geliştirilmesi için AR-Ge çalışmalarına hız verdiler. Büyük yatırımlar yapıldı. Ülkelerin pazarlarından gelen talepler de iştahlarını kabartmıştı. Çünkü yeni sistemle, çok kısa sürede pek çok işlemi birden yapılabiliyordu. Ne var ki bir süre sonra piyasaya sürülen bazı olumsuz ve ahlak dışı programların, toplumsal etkileri görülmeye başladı. Bu durumun önü alınmalıydı. Bu teknolojinin, ileride insanlık adına daha neler getirip, neler götüreceği tartışılır oldu. Çoğu ülke, önlem, sınırlama ve denetim kararları almak üzere bir araya gelip olguyu masaya yatırdı. New York Times’dan aldığım son bilgiler, Yapay Zeka ve beyaz yakalılarla ilgiliydi. Bazı yazarlar ‘’Teknik kapasitemiz teknoloji karşısında yetersiz kaldığında, insani becerilerimiz de devreye girecek. İnsani beceriler kapsamında: ilişki kurma, kılavuzluk yapma, liderlik, pazarlık yapma, motive etme, empati kurma ve eleştirel düşünce geliştirme olarak ele alınmalı’’ tezini savundu. Belli olmaz belki ilerideki bilişim gelişmelerine, sahip olunan insani nitelikleri de kaptıracağız. Kuşkularımızı doğrulayan Duvar Gazetesi Yazarı Yenal Bilgici de konuyu yakından takip etmiş ‘’Kas ve beyin gücü bitti sırada kalp gücü var. İşlevlerimiz yavaş yavaş elimizden kayıp gidiyor. On yıl sonra lojistik insan kaynaklarına ve bürokrasiye de el atacaklar. Binlerce insan işsiz mi kalacak? Ya sonrası?‘’ diye haklı ve endişeli sorular yöneltiyor. Bunları şimdiden iyi düşünmek gerek.