Dünyadaki iklim kriziyle daha çok gündeme gelen, tüm dünya insanlarını yakın bir gelecekte ne yapacağız? Kuşku ve telaşına yönelten su: Dünyada,150 Milyon km. karelik toprak eşitsiz miktarda yayılan önemli bir doğal kaynak. Tüm canlıların hayatta kalması buna bağlı. Yer yüzünde bulunan su kütlesi, 1.5 Milyar Metreküp. Bunun % 97‘sinin okyanuslarda, % 0.6’sının yer altında, % 2’sinin ırmak ve göllerde, %2.1’inin buzullarda, % 0.00’nin atmosferde, % 1’inin canlıların yapısında olduğu bilinmektedir.
Yaşamın doğal dengenin ve enerjinin olmazsa olmazı olan bu kaynak, doğuşundan dağılımına; döküldüğü alana göre, havza konumunda ele alınmalı ve koruma planları, yönetimleri buna uyarlı olmalı. Doğal denge açısından öteden beri savımız bu yönde oldu. Buna uyulmadığı için de. her geçen gün yaşam hakkının sürdürülebilirliğinin sekteye uğradığına tanık olduk. Değerli bilim insanı Prof. Dr. Beyza Üstün’ün de sivil toplum kuruluşlarıyla mücadele içindeki ortak söylem ve yapıtında belirttiği gibi “iklim, yaşam ve emek, krizlerinin özünde ortak bir sömürü varsa, söz konusu üç sorun da, yine ortak mücadeleyle çözülebilir” Şunu biliyoruz ki, su kaynakları, petrol ve maden yatakları, tarım toprakları söz konusu kriz yaratıcı devlerin gözetimi ve kontrolü altında. Örneğin büyük petrol şirketleri, planlı olarak belirledikleri alanlarda, önce kuyular açıp, sonra buralara basınçlı su veriyorlar. Açılan her bir kuyu için, 18-20 basınçlı su sondajı vuruluyor ve her bir vuruş için, 20.000 Ton su kullanılıyor. Bu miktar yaklaşık bir kasabanın içme suyuyla eş değerli. Ayrıca, suyun akışkanlığında, bozulma olmaması için 600’den fazla kimyasal madde katılmakta. Bu da doğal olarak suya ve toprağa, hatta buharlaşarak havaya karışıyor. kullanılan alandaki tarım toprağı çölleşip kullanılamaz hale geliyor. Peki dünyada ve ülkemizde neler olmakta?
Özellikle 2008’den sonra küresel ekonomiyi kendileri için bir çıkış yolu olarak gören Çok Uluslu Şirketler (CUŞ), ülkeleri dışındaki çalışma plan ve alanlarını, daha da genişletme çabası içindeler ve Su kaynakları iştahlarını kabartıyor. ’Su yaşamdır satılamaz” çünkü susuz yaşam olası değildir. Bu nedenle, temel yaşam kaynağımız olan su, ticarileştirilip satılamaz, 1950’lerde ülkemizde su ücretli değildi, kamuya açıktı, hepimiz yararlanırdık. Özelleştirilerek bireysel çıkarlara teslim edildikten sonra, zam üstüne zam yapan kaynaklarımızı satın alan özel su şirketlerinin dayatmalarıyla, neye uğradığımızı şaşırdık. Siyasi tercihlerle, bireysel çıkarlarda toplanan sularımız için de, yüzümüze doğru doğrultulan “paran varsa su içebilirsin” tabelasıyla, temel yaşam haklarınıza acele tarafından el konmuştu. Ayrıca, son yıllarda sıkça gündeme gelen, Yusufeli ilçesinde, 35 baraj, ve hidroelektrik santral, Munzur vadisinde, 8 baraj ve hidroelektrik santral yapımı dışında, Hasankeyf Allioni kültürel mirasımızı da yok edecek olan bir baraj ısrarının olması. Fındıklı, Çay eli, Çamlı Hemşin, İkizdere, Askarız, Trabzon ve Artvin’de yapılan HES’lerin doğal dengeyi altüst etmesi, bizlere göre, felaketlere davet yönünden de, iyiye işaret değil. Örneğin: 1997’de koruma altına alınan Küçükçekmece gölünün, 2007’de. içme suyu kalitesinde olmadığı gerekçesiyle yeniden havza koruma statüsünden çıkarılması ve de diğer su havzalarının da geleceği düşündürücü. İnsanların doğanın efendileri olarak değil, onun bir parçası olarak davranması gerektiğini savunan Hintli Bilim Kadını Vandana Shiva, ne güzel demiş. Demiş …
Türksen Başer Kafaoğlu