Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Her sabah okul bahçesinde toplanıp ‘’Küçüklerimi sevmek, büyüklerimizi saymak’’ diye hep bir ağızdan ant içerdik. O günlerden bu yana yaş alanlara saygımız hiç eksilmedi. Resmi rakamlara göre ülkemizde 8 Milyon 722 Bin 826 Kişi yaşlı nüfus var. Bunun 16 Milyonu emekli.
Yani yıllarca çalışıp prim ödeyenler. 1980-90’lı Yıllarda çalışanların maaşları yaşamlarını sürdürecek, biraz da biriktirebilecek yeterlikteydi. Kıdem tazminatları ve birikimleriyle çoğu çalışanın taksitle edindiği kışlık, yazlık evi ve bir de arabası olurdu ‘’Bunca yıl çalıştık artık emeklilik hakkımız’’ diyorlardı. Açıkçası gelecekten güvenli ve umutluydular. İnsanca yaşamlarını sürdürebileceklerini hayal ediyorlardı. Çoğunun da istemleri yerine gelmişti.
Şimdilerde ise, yıllar boyu verilen o emek ve alın teri unutuluverdi. Ülkenin en az ücret alan kesimi oldular. Kovid salgını sürecinde evlere kapatıldılar. Bütçe paylaşımında sıra onlara gelince para tükeniverdi. ‘’Sabır olun’’ dendi. Artan enflasyon en çok onları ezdi. Ucuz satış yerlerini kolladılar. Çoğu şekerine tansiyonuna aldırış etmeden saatlerce kuyruklarda bekledi. Oturup dostlarıyla bir bardak çay içmek şöyle dursun, banklarda gün doldurmaya başladılar. Yaşam koşulları bu denli ağırlaşan büyüklere, saygılı olunduğundan söz edilebilir mi? Yine de onlar, kırgın, küskün ama onurluydular. ‘’Biraz empati, siz de bir gün yaşlanacaksınız’’ diye mırıldanıp duruyorum içimden. İnsanlar ileri yaşlarda çabuk yorulurlar. Hassaslaşırlar. Sıkça hastalanırlar. Doktora gitmeleri, İlaçlarını almaları gerekir. Bakıma gereksinimleri vardır. Ne üzücüdür ki, yüklü fatura ödememek için soğukta, karanlıkta yaşayan, sağlıklı beslenemeyen, hastalıkları tetiklenen değerli insanların durumları gerçekten iç acıtıyor.
Hangi yaşlı, çocuklarının yanında sığıntı olmak ister? Son çare de olsa, kabullenmek çok zor. Kendilerine bakamayanların yardımcı tutması ya da bir huzurevinde yaşaması artık mali açıdan sadece bir hayal. Onlar da bir zamanlar çocuktu, gençti. Enerjik ve üretkendi. Ama günler akıp geçti ve yaş aldılar. Bu herkes için kaçınılmaz bir olgu. Çalışmak isteseler de genç yaşlardaki enerjilerini bulamadılar. Zorlandılar, hayal kırıklığı yaşadılar, çok üzüldüler. Çalışıp üretken oldukları süreçlerde en büyük hayalleri ‘’Ah bir emekli olsam, maaşımla geçinir giderim, bol bol seyahat ederim’’ idi. Rahata kavuşmak bir yana, eziyet ve kabus sarnıcında buldular kendilerini. Hiç düşlemedikleri bir durumdu yaşadıkları. Yetişme çağlarımızda bizlere, bir toplu taşıt aracında yaşlılara yer vermek; muhtaç durumda olanlara yardımcı olmak öğretilirdi. Bayram gibi önemli günlerde aile büyükleri ziyaret edilirdi. Onlar da çocuklarına ve torunlarına armağan verirler, keyifli yemekler yenirdi. Sözün kısası artık, baş tacı büyüklerin kendilerine uygun görülen maaşla, yaşam sürdürmesi, torunlarını ağırlayıp sevindirmesi, olanaksız. Seçenek ve umutları epeyce daralmış durumda. Onlar: değerli, çalışkan, bir o kadar da suçsuz ama cezalı muamelesi gören emekçilerimiz.
Çoğu yaş alanlar ölümden değil, sürünmekten korkuyor, güvensiz ve güvencesiz yaşıyor. Neyse, yine hüzünlendim. Neyse, yazımı bitirirken biraz da iyi şey yazayım: Örneğin 65 Yaş üstünün, kent içinde kartla ulaşım hakkı var. Yine Belediye’nin ücretsiz etkinliklerini duyuyoruz. Tabi bu da sağlıklı olabilen ve kendini yönetebilenler için geçerli. Onların bilgi ve birikimlerinden yararlanmak gibisi var mı? Örneğin: Ursula K. Legüin’in, 93 Yaşında Ödül Töreninde yaptığı konuşmayı anımsıyorum. :Dnya insanları için gerçek demokrasi mesajları vermişti.
Nazım Hikmet’in,
‘’…. Esefsiz,
güvenle
emniyetle, gölgeli bir bahçeye girebilmek,
usulca ihtiyarlığa…’’ dizeleriyle, biraz vicdan…diyelim, yazımızın sonunda.