Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Opera, bale ve tabloyu izlerken; ya da bir klasik müzik dinlerken, içeriği hakkında önceden bilgi sahibiysek, kendimizi öyküsüne kaptırıp daha çok keyif alırız. Ünlü Yazar Peter Wohlleben, Ağaçların Gizli Yaşamı kitabına, ağaçlar ne yaşarlar, nasıl iletişim kurarlar, diye bir soruyla giriş yapmış. Gerçekten de yaşam döngüleri içinde onların dilleri yok ki insanlarla konuşabilsinler. En azından bize dokunmayın diyebilsinler. Bu nedenle anlamaya çalışmak, anlatabilmek, yok etmemek, insanların sorumluluğunda. Her biri ayrı ayrı öykülerle tarihi geçmişe sahip. Onlara özgü oluşturulan pek çok anlatı ve uğratıldıkları değişimler, kitaplarda yer almış.
Yaz ve kış severek yediğimiz farklı yiyeceklerin, görünüşlerini, kokularını ve doğadaki üretimlerini düşünelim. Diğer canlılara yaptıkları katkılarla, yaşamı nasıl da zenginleştirdiklerini görelim. Bunun için, en eski tarihi süreçlerdeki farklı bazı mitoslara yer vermeye çalışacağım.
Örneklemeye, dünyada en yaygın ve doyurucu bitki özelliği olan buğdayla ilgili, birkaç cümle yazarak başlayacağım. Yaklaşık 500-800 Bin Yıldır insanlar tarafından tüketilen ve günümüze dek gelen bu ürün, zamanla sakal otuyla melezleştirilerek Gemik buğdayına, dönüştürülmüş. 230 Yıl öncesinde de ikinci kez melezleştirilmiş ve yemeklik Gemik buğdayı haline getirilmiş. Anlatılanlara bakılırsa, son yüzyıla gelene dek, yediğimiz buğdayın da genleriyle epeyce uğraşılmış. Bir başka anlatı da Slav mitolojisinden: Barışın, suyun, şifalı otların tanrıçası, Kupalo’nun ateşle suyu birleştirdiği gün, kutsal sayılırmış. Bu nedenle onun onuruna her yaz, bayramlar ve kutlamalar düzenlenir, eylenilirmiş. Şu güce bakar mısınız?
Ayva ile ilgili bir aşk söylentisi de bana ilginç geldi. Hemen aktarıyorum. Yunan mitolojisine göre: Akontios, Delos’daki bir toplantıda, Artemis tapınağı önünde, aşık olduğu kıza cebindeki bıçağı çıkarıp elindeki ayvanın üstüne Kyodoppe ile evleneceğim, diye yazar ve kıza uzatıp okumasını ister. O da, yüksek sesle toplum içinde bunu okuyunca, evlilik yemini etmiş sayılır. Anlaşılan, ayva ile başlayan kutsal bir evlilik de böyle bir oldu bitti ile gerçekleşmiş olur. Bu durum bana, o tarihlerdeki tek taraflı bir dayatma gibi geldi. Ne dersiniz?
Ekmek ağacı, Havai Mitolojisine göre Polinezya adasında yetişirmiş. Son derece önemli; doyurucu ve besleyiciymiş. Her derde deva, iri meyvelere sahipmiş. Anlatılan o ki: kıtlık zamanlarında Ulu adında bir adam, günün birinde açlığa dayanamayıp ölmüş. Ailesi onun, düşüp yaşamını yitirdiği yerdeki su kaynağında bir ağaç olduğunu fark etmiş ve Ulu’yu, ağacın dibine gömmüş. Ertesi sabah mezara ziyarete giden ailesi, söz konusu ağaçtaki meyvelerin sürünerek orada, yeni bir ağaç oluşturduğunu görmüş. Böylece bu güzel canlı ve genç fidanın, bereketi simgelediği, kabul edilmiş. Gerçekten de ekmek ağacının kutsallığı, günümüze dek geleneksel olarak da devam ediyor. Havai halkı, tiyatro müzik resim edebiyat gibi her alanda bu bitkinin kutsallığı ile ilgili duygularını yansıtıyorlar. Turistleri de her vesileyle etkilediklerine de tanık olmuştum.
Önemli olan: değer verdiğimiz yöresel ürünleri görmezden gelmemek. Toprak, su, güneş varken neden üretmeyelim. Aslında iklim ve doğal varlıklar yönünden, en aç kalmaması gereken bir ülke zenginliğine sahibiz. Ünlü Çevreci Hintli Vandana Shiva’nın önemli bir uyarısı var. Yazar ‘’artık dünyada Sürdürülebilir olmayan, indirgemeci ve mekanik bir görüş egemen. Bu da bizleri iklim, enerji ve gıdada yaşanan üçlü krize sürüklüyor’’ diyor. Söylenenler acilen dikkate alınmaz ise: kutsallıkları, yararları çok eski dönemlerden günümüze uzanan, o bereketli bitki ve ağaçları göremeyeceğiz. Açlığa doğru sürüklenen gelecek nesiller bir gün bu değerleri, sadece resimlerinden öğrenecekler. Yediğimiz her bir ürünün neslini sürdürmek, değerlerini bilmek çok da zor olmasa gerek, yeter ki istensin.