Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Seçim sürecindeki yurttaşlık görevimi yapar yapmaz kendimi kırsala yönlendirdim.
Yazlık evi olanlar bilir yıllardır ne masrafı ne de işleri hiç bitmez. Otların biçilmesi ağaç diplerinin ve ağaçların ıslahı, tamiratlar diye uzayan bir durum. Bizim taraflarda bahçe vb. işlerle uğraşan çalışanları bulmak da hem çok pahalı hem de zor artık. Ücretler uçmuş. Şehirlerarası ulaşım maliyeti de hayli artmış. Yazlığına gitmek isteyen ek gelirli kalabalık ailelerin de artık bu yükü taşıyabilmesi epeyce zor görünüyor. 5 Haziran Dünya Çevre günüydü. Dünya hızla tüketilip; yaşamsallık bile bile yok ediliyor. Kirlilik hat safhada sonuçları, felaketler olarak yaşanıyor. İklimler değişti. Ne yazık ki, Dünyadaki para hırsı, sağlıklı yaşamın ve ekosistemin üstünde. İklim değişikliği zirveleri, zırvaya dönüştürüldü. Çünkü kapitalist sistemin tekellerine söz geçirilemiyor. Ekosistem yeterince korunmuyorsa, 5 Haziran Dünya Çevre Gününü kutlamak anlamsız bence. Olsa olsa sadece yılda bir gün yetkilileri uyarma günü olabilir. Tabi o da işe yararsa!
En iyisi Dünya Çevre Günüyle ilgili ilginç bulduğum bir anımdan söz edeyim.
1987’nin Haziran ayı idi. Yeşiller Partisi lokalinde toplanmıştık. Bizimle görüşmek isteyen orta yaşlı bir bey girdi içeri. Tanıştık. Adı, Kriton Curi’idi. Amerika’daki Dünya Çevre Örgütü tarafından az gelişmiş ülkelere, dünyayı tahripten kurtarma çağrısı yapmak üzere görevlendirilmiş. Dilimizi biliyor ve ülkemizi tanıyordu. Kirlilikler, felaketler, dünya insanları olarak birlikte neler yapmalıyız vb. gibi uzun uzun konuştuk. O tarihlerde bildiğimiz konular yinelenmiş oldu. Konu az gelişmiş ülkelerin fosil yakıt kullandığına, önlem alınmadığına gelince, dayanamadım. ‘’Gelişmiş teknolojisiyle önlem almayan Amerika, günah çıkartmak için mi sizi, bizlere yönlendirdi? Her konuda olduğu gibi, bu yönde de hem suçlu hem güçlü olarak sömürüsüne devam ediyor. Gelişmiş ülkelerin, dünyalılardan özür dilemesi ve uluslararası çevreyi koruma kararlarına uyması gerekir’’ diyerek, düşüncemi ortaya koydum. Gerçekten de ABD dünyayı en fazla kirleten ve önlem almaktan kaçınan dev ülkelerden biriydi. Kriton, böyle bir tepkiyle karşılaşacağını düşünmemiş olmalıydı, şaşırdı. ‘’Gelişmiş ülkeler sömürürler; siz de ülke olarak kendinizi sömürtmeyin efendim’’ dedi? Haklıydı bir anlamda. Ancak, Biz yurttaşlar, tam da bunun için çabalıyorduk ama dinleyen kimdi? Hatırlarsınız, 1987’lerde görsel medyada ’’çevre mevre’’ diyen; yüzüne Asbest sürüp, Çernobil sonrası radyasyonlu çay içen devlet adamları vardı. Çevre ve ekolojiye yabancıydı çoğu kişi ve yönetici. Daha sonraları Kriton’la İstanbul’daki ilgili bilimsel toplantılarda karşılaşır olduk. Aslında her ikimizin de eleştiri noktası ‘’yanlış siyasi tercihlerdi. Bu noktada uzlaşmıştık. Çevreden pek söz edilmeyen o tarihlerde, Curi, Çevre Bilimleri Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktaydı. Katı atıklar konusunda bizlere de yardımcı oldu. Bahariye caddesindeki mütevazi evinde ağabeyi ile yaşadığı evide hayatını kaybettiğini öğrenince çok üzüldüm. Kadıköy’de Belediyesi tarafından Kriton Curi adına bir dernek kuruldu.
Bu ayın en önemli olayı seçimdi. Farklı illere gitmek zorunda kalan depremzedeler, oy kullanmak için bölgelerine ulaştılar. Ne var ki olumsuzlukların eklenerek sürdüğüne tanık oldular. Örneğin, Hatay’da, aşırı sinek hücumu; asbest tozları; enkaz ve acılarla yeniden yüzleştiler. Neler hissettiklerini tahmin bile edemeyiz. Ama yine de her şeyi göze alarak yurttaşlık haklarını kullanan böyle kişilerin ülkesini nasıl sevdiğini görüyoruz.
Gergin bir seçim sürecinden sonra yorulmuştuk. Pek çok yurttaş gibi kırsala gitmek üzere yollara düştük. Ne var ki, bu hayat pahalılığında, gidemeyen aileleri düşününce üzülmeden edemedim. Nereye gidersek gidelim, zor günler, hüzünlü yaşamlar, gelecek kaygısı, duyarlı insanların peşini kolay kolay bırakmıyor. Değerli dostlarımızın da bu duygularla yüklü olduğunu ve çoğunlukta olduğumuzu da. Biliyorum. Bu nedenle umutluyum.
Güzel, etkili bir yazı… Hemen pek çok temel sorunda zülfiyâre dokunuyor haklı olarak. Ne ki yükselen fiyatlara işçi ya da emek ücretleri dahil edilmeseydi keşke. Kapitalizmde ücretler fiyatları hiçbir zaman geçemez.
Düşündüren ve bulduran yazınız için teşekkürler…