Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
1950’li Yılları anımsıyorumda, günümüze görehaberleşme araçları epeyce kısıtlıydı. Telgraf ve çevirmeli telefonla ama en çok da mektuplaşarak iletişim kurmak, çoğu kişi için önemliydi. Kağıdın üzerinde gezdirilen dolma kalemin ucundan: düşünceler, özlemler, derin duygular yayılırdı. Mahallelerde kasketive meşin sırt çantasıyla dağıtıma çıkan postacı yolu gözlenir: ya da ılık havası, pul, kağıt ve ambalaj kokusuyla harmanlanan postahanelerin yolu tutulurdu. Zarflar açıldığında da: ohhh dedirten rahatlamalar; öfkeli mırıldanmalar, kısacası keder ve sevinçler: yüzlere yansıyan ifadelerin dışa vurumundan anlaşılırdı. Gizemli zarfların içinden neler çıkmazdı ki: bir kuru yaprak, bir şiir, saman kağıdın üstüne kazınan bir kaç can alıcı cümle, hayaller. Tabi bunların tersi de olurdu: ayrılıkacısı ya da can sıkıcı haberler gibi. Dost, akraba, hapishane, askerlik, memleket hasreti gibi özel ve resmibazı yazışmaların bir kısmı: belge niteliğinde de olup, derlenebiliyor. Ara ara önceden de okuduğum kitapların, sararmış sayfalarını yeniden karıştırır, bazı satırlara takılıp, farklı bir keyif alırım. Bunlardan biri de: 1925’lerde yazmaya adım atan Sabaattin Ali’nin, zorlu ve kısa yaşamına sığdırdığı mektuplaşmaların, sonradan derlenmesi ve dönemi de yansıtan önemli bir otobiyografi kitabı olmasıydı.
Nazım Hikmet’in de: Cemal Kutay, Mehmet Ali Aybar, Nihal Adsız, Aziz Nesin, Pertev Naili Boratav gibi dostlarıyla ve resmi kuruluşlarla yaptığı görüşmeler, nefis bir üslupla kağıda dökülmüş. Mücadeleler; emekler; tarihi bir süreç içine sığdırılan yaşamlar; aydınlık ve sorumlu çabalar, ne de güzel yer bulmuş bazı kitaplarda. Ayrıca: köy estitüleriyle ilgili, maarif vekaleti yetkililerinin: görüş, öneri, tartışma ve talimatlarının, yazışma yoluyla ne denli işlevsel olduğu, “Mektuplarla Köy Estitüleri” kitabından okunabilir. O süreçteki sosyalilişkiler, kullanılan dil, yaşam tarzları, özlemler, ülke meseleleri üzerine yapılan tartışma ve atışmalar, duygusallıklar, değer yargıları, saygılı bir dil; bilişimaraçlarının kullanıldığı şu son yıllarda yok artık. Kısıtlı yaşamlardaki tarih, siyaset, toplum, edebiyat ve kültür yapısının iyi anlaşılabilmesi için: mektup derlemeli, yaşam öyküleri mutlaka okunmalı. Bu tür anlatımlar, bir anlamda da kişilerin aynası olsa gerek diye düşünmeden edemiyorum. Şairimiz Nazım Hikmet’in, memleket hasretiyle dolu dize ve yazışmaları; bir anlık cep telefonu mesajlarıyla değil; yıllar yılı unutulamayan bir içtenlikle belleğinden ve kaleminin ucuyla kağıtlara işlenmişti. Biraz da: o dönemlerdeki bayramların olmazsa olmazı, yakınlara ve dostlara gönderilen kartpostallardan, söz edelim. Mesaj gönderileceklerin listeleri önceden hazırlanır; kartlar, çoğunlukla postahane önündeki sergilerden seçilir; Simge, yazı, fotoğraf ve manzara içeren kartlar ve ona uygun zarflar seçilip postalanarak, gönderilirdi. Büyükler ve yakın dostlar, gecikme olduğunda gönül koyar, verecekleri yanıtlarla, sitemlerini eksik etmezlerdi. “Yayladan geçin, yarimi seçin turnalar” özleminin; “mektubunu sıkça yaz” diyen yakarmaların; “Aziz dostum, günlerce mektubunuzu bekledim maalesef selamınızı bile alamadım’’ diyen zarif sitem anlatımlarıyla, bezenilmiş kartların, yerine; cep telefonlarındaki emoji’lerle düşünceleri geçiştirmek, kolaycı ve sıradan hal aldı sanki. Her ne kadar çağ atlamalara, hızlı ve hazırlıksız girildiyse de; sanal görüşmeler, mektupların doyurucu ve anlamlı duygusunu tam olarak veremiyor. Hasret giderici pratik bir bilişim tekniği içindeyiz artık, ne yaparsınız? Bunlarıda görecek ve hatta kullanacakmışız. Daha ilerde neler neler olur bilemiyoruz.
Türksen’ciğim ne güzel anımsadıklarnı anlatman.
🙏😘💕