Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Orhan Veli Kanık’ın ‘’Uzanıp yatıvermiş sere serpe’’ tanımlamasını, kediler için de yapabiliriz. Nasıl mı? Bizim kedi Heymiş’le başlayarak. Hangi duygularla yaptığı bilinmez ama kocaman cüssesiyle uyumak için internet tuşlarını seçmiş. Yarısı içerde yarısı dışarda. ‘’Umurunda mı dünya’’ Uyurken öylesine masum sevimli ve mutlu görünüyor ki seyre değer. Yazar Stephane Garnier, Kedi Gibi Düşünmek ve Davranmak kitabında, bu sevimli dostlarımız için genelleme yaparak şöyle diyor ‘’Özgür, sakin, meraklı, gözlemci, ihtiyatlı, gururlu, zarif, sessiz ve karizmatikler’’ Ne var ki sokak kedileri, yaşam koşulları gereği çok daha farklı özelliklerde. Onlar sadece güvenli oldukları ve yiyecek buldukları yerlerde rahatlayabiliyorlar. Aslında bu olgu, her canlıya göre farklı. İlgili konuda, değişiklik olsun diye, gülümseten ama gerçek bazı anlatımlar da yapacağım.
İnsanlardan yola çıkarsak: sahillere çöp savurup giden ve bu yolla rahatlayanlar var. Tersine, başkalarının attığı çöpleri toplayıp, çevremiz tertemiz oldu duygusunu taşıyanlar da.
Bir de zaman algısıyla ilgili rahatlama var ki inanın, hiç bana göre değil. Bu başlık altındaki bazı farklı örneklemeleri paylaştığımda kim bilir benzer nice yaşanmışlıklar gelecek aklınıza.
Ne var ki birilerinin rahatlığı diğerlerini rahatsız edebiliyor.
Kırsalımızda, bağlı olduğumuz çoğu köylünün özgün zaman algısı da şöyle: Tesisatçıya soruyoruz ‘’Usta, ne zaman gelirsin? Yanıt ‘’ İş olmadığında geliriz be abla’’ Hangi saatlerde mesela? Yanıt ‘’Gün adam boyu olunca’’ Oysa günü, saati hatta dakikayı hesaplayanlar da var.
Yalnız yaşayan orta yaşta bir beyefendi vardı. Evi öylesine karışıktı ki kazara girdiğinizde kaybolursunuz. Biz de o savurmalı evde nasıl yaşanır diye üzülür dururduk. Kendisine ‘’Acaba bir çalışan mı bulsanız’’ dediğimiz de ‘’Aman aman böyle çok iyiyim’’ diye tepki verirdi. ‘’Odamdaki her şeyi elimle koymuş gibi buluyorum. Çoraplarım ayaklarımla fırlattığım yerde. Tabağımı ve kitabımı kol hizasında bulabiliyorum. Pantalonum arkadaki kanepenin sol kenarında, gözlüklerim de yatağın sağ alt köşesinde ve çok rahatım‘’açıklamasını yapardı. Yine de düzen ve temizlik meraklıları için kabul edilemez bir durum olduğu gerçek.
Sevgili annem, bizimle olamadığı zamanlarında sıkılır ‘’Duvarlarla mı konuşayım çocuklar’’ diye sitem ederdi. Hastanede yattığı süreçlerde oda arkadaşlıkları edinir ve dostluklarını daha sonra da sürdürürdü. Yani hep birileriyle olmak isterdi. Böyle rahat ederdi. Bazıları da tersine, yalnız kalmak ister. Konu ettiğimiz kavram çok değişken. Kişilere ve koşullara göre farklı olabiliyor.
Biraz da M.S 50-135 Yıllarında Frigya’da köle olarak doğduğu söylenen Filozof Epiktetos’dan söz edelim. O da Yunanistan’ın kuzeyine sürgüne yollandıktan sonra, yaşamının geri kalan bölümünü Roma’da mutluluk ve sakinlik yolunda harcamış. Tezlerinde yetkinleşmek yerine gelişmeyi vurgulayıp, insanı günden güne geliştiren erdemli bir yaşamı savunmuş. Düşünürün
‘’İlk olarak kendinize ne istediğinizi sorun, sonra ne yapmanız gerekiyorsa yapın’’ sözleri önemli. Zira bu yöntem de denenebilir.
Usta Şairimiz Nazım Hikmeti, vatanına hasret bırakan rahatsızlık, farklı bir anlam taşıyor. Saman Sarısı adlı şiirinde, Ünlü Ressamımız Abidin Dino’ya ‘’Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin’’ diye sorarken, ona yıllarca yapışmış olan hüzünle, rahatsızlık duyduğunu ortaya koyuyordu. Canlıları ve biz insan türünü rahat kılan bazı mutluluklar, hüzünler kadar yoruma açık. Burada sözü edilen özne, madde ötesi bir kavram. Örneğin şatafatlı yaşam sürenlerin, asla yetinemeyip kendilerine olmadık mutsuzluklar yarattıklarını çok duyarız. Görsel ve maddi konforun ötesinde, Çoğu, içsel rahatlarından yoksundurlar. Neyse, yazımı yine Vatan Şairi Nazım Hikmet içtenliğiyle bitireceğim ‘’Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’