Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Kırsallar boşaldı, kentler yoğunlaştı.
Ekim ayı, sanırım anmaların en fazla olduğu günlerden oluşuyor. Sadece önemli bulduklarımızı tarihi sıralamasına göre anımsayalım.
Bu ay savaş vahşetleri yaşandı. İnsanlığını yitirmiş emperyal güçlerin acımasızlığını gördük. Hastaneleri, sivilleri bombalayarak keyif alan savaş suçlularına; çoluk çocuk yaşlı ve gencin sonsuz acılarına tanık olduk. Bu iş nereye varır, daha neler yaşanır bilemiyoruz. İçimiz katıldı. Çok üzgünüz. Onun için yazımda ara ara farklı geçişler de yapacağım. Bu yıl, kırsalımızdaki zeytin ağaçlarının çoğunda ürün olamadı. Edindiğim bilgiye göre, zeytin festivalleri de önceki yıllarda olduğu gibi değilmiş. İklim değişikliği ve çorak toprak, ürün verimliliğini azaltıyor. Zeytinliklere dönüştürülen ormanların, vasfını kaybetmesiyle, beton yığınlarına dönüştürülmesi önemli bir yol, bazıları için. Oysa kültürümüzün bir parçası olan bu verimli ağaçlar korunabilmeli. Ne yazık ki fazla yerli ürünümüz de kalmadı. Yaz tatili bitti, okullar açıldı. Ailelerin çoğu geçim ve kış telaşında. Bu ay, kırsaldaki doğal alanlar derin bir nefes aldı. ‘’Sessizliğin sesini’’ dinliyorum. Çevremiz, dönüşe geçen yazlıkçılar tarafından, önce sahiplenilip; ardından açlığa, susuzluğa ve ölüme terkedilen sokak hayvanlarıyla dolu.
4 Ekim1931 de Floransa da toplanan ülkelerin kararıyla, Hayvanları Koruma Günü ilan edilmişti. Ülkemizde yeterince korunabiliyor mu? Hayır. Yıllardır yasal koruma sistemi, bir türlü bazı yerel yönetimlerce uygulamaya sokulamadı. Buradan ilgili ve yetkili duyabilenlere, ‘’Dostlarımızı koruyun’’ çağrımızı yineliyelim.
13 Ekim Dünya Konut günü. Barınma anayasal ve insani bir haktır. Oysa ne yazık ki evsiz ve çaresiz yurttaşlar çoğalmakta ve sıkıntıları epeyce ağır. Bu önemli günde bir de barınma hakları ile yetkili olanlara, hatırlatma yapalım. Yapımı düşünülen konutlar, insani bağı ve koşulları da düşünülerek dizayn edilmeli. Barınma hakkı olsun derken, beton kalıplar arasına sıkıştırılmış mutsuz insanları kastetmiyoruz elbette.
16 Ekim 1945 de BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO tarafından kurulan Böyle bir günde, Dünya’daki açlık, kıtlık, hormonlu, genetiği değiştirilmiş, kimyasal katkılı yiyecekler ve az gelişmiş ülkeler üzerinde oynanan oyunlar da uzun uzun gözden geçirilmeli. Yaşananlar, aslında yine yerli üretime geçişi ve tüketim toplumu olmaktan vaz geçmeyi işaretliyor.
31 Ekim 1924’de Dünya Tasarruf günü, İtalya’nın Milano kentinde Uluslararası Tasarruf Bankası Kongresinde kurulmuş. Yastık altı birikimlerin bir bankada değerlendirmesi için. Çocukluğumdan anımsarım benim de bir kumbaram vardı. Harçlıklarımı orada biriktirirdim. Önce bir Kulplu madeni bir banka kumbaram oldu. Ufak tefek paraların ilerde birikip bir işe yarayacağını düşünür mutlu olurdum. Daha o zamanlar tüketim toplumu değildik.’’ Ayağımızı yorganımıza göre uzatma, öğütleriyle büyüdük. Bez bebeklerle yetinmeyi öğrendik. Savaşın getirdiği kıtlığı gören anneannem ‘’kızım iki pirincin varsa birini ye, diğerini yarın için sakla derdi. Kanser denen illet yok gibiydi. Doğal ve katkısız gıdalarla beslendik. Yediklerimiz, yurdun malıydı. Her şeyin bir tadı ve kokusu bir başkaydı. Zor savaş günlerinin ardından özgürlük kokan ekşi mayalı ekmeğimiz aşımız hiç eksik olmadı ve aç susuz kalmadık. Bu günkü yaşam penceresinden bakamıyorum artık, başım dönüyor.
Ekimin son günleri bizim için son derece anlamlıdır. Mustafa Kemal Atatürk yeni kabinesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisini Ankara’da topladı. Teşkilatı Esasiye Kanun’unda yapılan değişiklik kabul edildi ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildi. 30 Ekim’de Resmi Bayram olması için karar alındı. Bizlere armağan edilen Cumhuriyeti korumalı; bundan sonraki yıllarda da coşkuyla kutlamalı ‘’Yurtta sulh cihanda sulh’’ sözleri unutulmamalıdır.