Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
‘’Açlıkla terbiye’’ ‘’Tok açın halinden anlamaz’’ ‘’Aç gözlü’’ ‘’gözü doymuyor’’ deyimleri, yeri geldiğinde sıkça kullanılır. Aç insanlar görüyorlarsa, canları çeker, gelirleri uygun değilse ulaşamazlar. Tokların bunu görmesi ya da anlayabilmesi oldukça zor.
Bazıları, alın teriyle kazanç sağlar; bazıları da talan dolanla zengin olmak için diğerlerini ezerek zengin olur. Tarihi süreçlerde zaman zaman toplumsal ya da kişisel yoksulluklar yaşanmış olduğunu çoğumuz kitaplardan okumuşuzdur.
Ünlü yazar Jack London, Doğu Londra’nın sefalet yaşanan sokaklarında 1902 Yıllarında açlığı bizzat orada, o şartlardaki insanlara uygun giysilere bürünüp yaşayarak ‘’Uçurumun İnsanları’’ romanını yazmış. Haftalığı 75 Sente kiralanan banyosuz, tuvaletsiz odalarda geceleyenlerin, gündüzleri, sokaklarda uyuduğunu ve ücretsiz yemek kuyruklarında beklediklerini de anlatır ve okurken etkileniriz.
Geoge Orwel de ‘’Paris ve Londra’da Beş Parasız’’ Adlı romanında açlığı, kendi yaşamıyla dile getirirken, bir somun ekmeği yemenin hesabını yaptığı günleri anlatıyor. Ve bir yerinde, ‘’Yoksulluğun basit olacağını düşünmüştüm. Oysa olağanüstü, karmaşık, sefil ve sıkıcı’’ diye özetliyor.
Norveçli Yazar Knut Hamsun (Knud Pedersen) 19’. YY‘da Avrupa’nın nasıl bir fakirlik içinde olduğunu Oslo’da geçirdiği çile dolu günleri ‘’Açlık’’ kitabında anlatmış. Okurken nasıl zorlandığımı anlatamam. Yani açlığı yaşamayan toklar, gerçekten de bunu anlayamazlar. Yeryüzündeki kirlilik ve tahripler sonucu değişen iklimlerin de doğal dengeleri alt üst ettiği; üretimlerin yapılamadığı, kıtlık ve açlık karanlığını, gözler önüne serdi. Bu durum öncelikle de az gelişmiş, gününü kurtarmaya çalışan plansız ülkeleri vuruyor.
Son yüzyılda yapılan ‘’Küresel Açlık’’ Testine göre, Dünyada 815 Milyon Kişi açlıkla mücadele ediyor. Bazı gelişmemiş, borç yükünü ödeyemeyen ülkelerin verimli toprakları, yer altı zenginlikleri ve su kaynakları işte bu yüzden dünya devlerinin elinde. Ne yazık ki her yerde açlık çeken ve ezilenler, yine yoksullar oluyor.
Tarihten biliriz, savaşlarda cepheye gitmeyen açık gözler, geride acıları özlemleriyle kıvranan insanların mallarına el koyarlar. Varlıklarını büyütürler, savaş zengini olurlardı. Olan cepheye gidenlerin, geride kalan ve haklarını koruyamayan çoluk çocuğuna olurdu. Kaybedecek bir şeyi olmayanın, azıcık gücü kalsa da para ve otoritenin egemen olduğu; yerlerde mücadele vermesi olanaksız gibi. Aç insan inançlarını yer mi? ya da yılana sarılır mı? Sorusunu iyi düşünmek gerek. 2024’lere giderken yiyeceğe hasret felaketzedeler olmalı mı? Geçinemiyoruz diye, el üstünde tutulması gereken emekliler, yok mu sayılmalı? Böyle son derece üzücü durumları hiç düşlememiştik. Yetersiz beslenen ya da aç kalan insanın beyin fonksiyonları zayıflar, algılaması zorlaşır, halsiz düşer. Özellikle de bu kesim öğrenciyse. Gelecek pekiyi görünmüyor. Durum böyleyken, Tv’lerdeki özendirici yemek programlarına, yeme içme görüntülü reklamlara, devam edilmeli mi?
2023’lere dek, ülkemizde köylerle iletişimleri olan dar gelirliler geçinmeye çalışıyorlardı. Oysa Köylüler de artık, üretim ulaşım ve işçilik giderleri yükü altında, varını yoğunu satıp onunla yetiniyor artık üretim yapamıyorlar. Tabi köy ilintili, dar gelirli kentliler de sonraki yıllarda bu daralmadan nasibini alacak. Ekonomide adil dağılım olmadığı için uçurum gittikçe açılacak. Yeryüzü çölleştiriliyor, ürünler eskisi gibi verimli değil. Kıtlığın, üretim ve alım gücü yetersizliğinin adı, açlık. ‘’Önce tüketim toplumu yarat, sonra aç bırak’’ Bu strateji planlarında emperyal güçler, başarılı. Verimi topraklar üzerinde oluşturulan tekelleşme, o ülkelerdeki tarımı bitiriyor. Dış ülkelere muhtaç ve açlığa mahkum duruma getiriyor. Çok üzücü.