Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Yeryüzü: sistem eleştirilerinde çokça yer alan bir kavram. Sanayileşme ve teknoloji ile gelişen toplumsal değişimler, dünya ülkelerindeki epeyce felsefeci ve bilim insanı tarafından tartışılmıştı. Ne var ki çevrenin kirletmesi 18 ve 19.Yüzyıllarda fark edilir durumda değildi. Yine de ekoloji, doğal yaşam, hayvan hakları, Derin Ekoloji, insan hakları, insan doğa ilişkileri vb.ile ilgili, çeşitli tezler ortaya konmuştu. Daha sonra Karl Marks’ın Kapitalist Sistem eleştirileri kapsamında ‘’Emek, Sermaye ve Doğa’’ üçlüsüne de yer verdiğini Kapital’in III.Cildinde görürüz. ABD’nin ve diğer sanayileşmiş ülkelerin kirleten teknolojiyi yayma ve tüketim toplumları yaratma çabası çok hızlı gelişti. O süreçlerden günümüze dek dünya’da ekosistemi olumsuz etkileyen ve ardı kesilmeyen felaketler yaşanır oldu.‘’Marks ve Yeryüzü’’içerikli bilimsel kitapta, yeryüzünde yaşanan acı doğal sonuçlar, tarih boyunca ele alınan ilgili tezlerin doğruluğunu ortaya koymuş oldu. John Bellamy Foster ve Paul Burkett‘in kaleme aldığı bu yapıtta, ekolojik sorunun çağımızın en büyük derdi olduğu dile getiriliyor. Aslında, Ekoloji (Doğa Bilimi), 1866’da ilk kez Alman Zoolog Ernst Heackel’in yaptığı bir çalışmayla anlam bulur. Daha sonra bu kelime, Charles Darwin’in ‘’doğa ekonomisi’’ kavramıyla eş değerli olarak tanımlanmış. Marks ise, ekoloji terimini hiç kullanmamış. Bunun yerine, eş değerli olan ‘’İnsan ve doğa arasındaki metabolik ilişki’’tanımını kullanmış. Ancak her ikisinde de anlamsal bir bütünsellik var. O halde eş değerli kavramlar olduğu anlaşılır bir durum. Son yıllarda dünya ülkelerinde, ekosistemdeki vahşi yok edilişin durdurulabilmesi için alternatifler de üretiliyor. Çevre ekonomisi ve Yeni Korumacılık kitaplarımızda da yer alan bu ve benzer yeni düşünceler var. Ekosistemi korumak ve doğal yaşam seçeneği ile ilgili yöntemler deneniyor. Ama yeterli mi? hayır değil. Marks ve Engels için de, yakın tarihte ilgili eleştiriler yapılması değerli. Örneğin, John Bellamy Foster ve Paul Burkett’in‘’Marks ve Yeryüzü‘’ kitabında işte görüşlere yer verilmiş. Yapıtta: Klasik Marksist mirasın büyük bir bölümünü terk etmek isteyen bazı eko-sosyalistlerin tersine; tarihsel materyalist bir ekoloji tanımlanmaya da çalışılmış. Yani söz konusu eleştirmenler, Marksizm’in materyalist ve diyalektik yönteminden doğan Klasik Marksizm’deki, ekolojik ağırlıklı kapitalizm eleştirilerinde: önceleri anlatılmamış olan derinlikler de ortaya çıkarılmış. Bu çok önemli. Örneğin: o süreçte Marks, ekolojiyi değil, acil ihtiyaçları ön plana almış. Ama bugün öyle değil. Acil olan, eko yaşamsallığın önceliği bize göre. Kirliliklerin gözle görülmediği o tarihlerde, ekoloji pek de önemsenmemiş. Ne var ki 1920 ile1960’Yılları arasında teknolojinin daha da hızlı ve önlemsiz yükselişiyle, toplumlarda, alternatif Yeşil Yaşamı savunma gerekliliği de ortaya çıkmış oldu. Marks, yaşasa ve bu günkü küresel ısınma felaketlerini görseydi, sanırım daha gelişkin tezler de ortaya koyabilirdi. Artık günümüzde her bir projelendirmede, uluslararası normlara uymak ve ülkemizdeki doğal kaynakları fazla zorlamamak üzere, düşünceler geliştirilmeli. Çevre Ekonomisi, bilimsel veriler ve ekolojik seçenekler,karar vericiler tarafından ön planda ele alınmalıdır. Küresel Isınmaya karşı önlem anlamındaki tüm değerlendirmelerde öncelikle, doğru ölçümlü istatistiki bilgi ve kavramlar ortaya konmalı. Bunun yöntemi, Yeşil Muhasebe ile Sürdürülebilirliktir. Bu da: İçsel(kısa süreli tesis ile ilgili) ve Dışsal (geleceğe açık olan çevresel,yaşamsal etki) maliyetleri’’ bir bütün olarak ele alınmalı. Böylece maliyet hesabı kıyaslamalarına göre, daha gerçekçi ve doğayı da hesaba katan kararlar verilebilir. Örneğin ömrü belli olan bir enerji santrali yapmak ya da maden aramak için: tarım, su kaynakları, ormanlar, kültürel değerler, bozulmamalı. Aksi halde kısa bir süre sonra katlanan yüksek mali külfetlerle karşılaşılır. Ve de geride kalabilen en değerli varlıklarımızı da yitirebiliriz. Gerçekleştirdiğimiz ‘’Çevre Ekonomisi ve Politikası‘’
Sempozyumunda irdeleyip kitaplaştırdığımız bu konu, 1998 yılında karar vericilere de sunulmuştu.b
Bizim ata sözümüzle uyusuyor”Zamanla öncelikler değişiyor.