Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Yeni yakıt elde etme yollarını arayan ülkeler, değişik yöntemler üzerinde yoğun deney ve çalışmalar yapıyorlar. Bu yönde geliştirilen projeler kapsamında büyük şirketlerin karlarını yükseltmeleri onların, olmazsa olmazlarındandır.
Breziya ve Amerika Birleşik Devletlerinin, Etonolendüstrilerini kurması ve ardından Avrupa Birliği’nin de onlara yetişmeye çalışması ile yakıt elde etmek üzere, bazı tarım ülkelerinin verimli toprakları ve ham madde üretimleri üzerine, çalışmalar başlatıldı. Mısır, soya, kanola, hurma gibi gıda ham maddelerinden yakıt elde etmek ve geliştirmek üzere, planlamalar yapıldı. Söz konusu bitkilerin genleri ile oynanarak yakıt elde etmeye başlandı. Ne yazık ki bu durum, sağlıklı gıda elde etmenin de önüne set çekmiş oldu. Böyle bir planlama yöntemi, dünya şirketlerinin da epeyce iştahını kabartmıştı.
Gıda güvenliği dışında Biyoteknoloji üretiminin, asla göz ardı edilemeyecek kadar olumsuz yönleri de vardı: toprağın, verimli kalabilmesi ve içindeki nemi koruyabilmesi için gereken organik maddelerden yoksun bırakılması önemli bir sorundu. Bu eksikliklerin sonraki kullanımlarda, takviye edilebilmesi için sentetik gübre ve daha fazla Azot kullanılımı gerekliliğinin ortaya çıkması ve topraktaki Di Azot Monoksit oranının artması durumdan, iklim değişikliğinin de etkilenmesi, olumsuz ve kaçınılmaz bir sonuç olacaktı. Asıl önemlisi de: yoksullar altlarından kayan değerli topraklarının, ellerinden giden ürün paylarının küçülmesiyle, açlık çekerken; söz konusu dev şirketler, yeni yakıt sektöründe kar üstüne kar elde edecekler, yani payın en büyük bölümüne sahip olacaklardı.
Örneğin: Malezya’daki hurma yağı ticaretinin %60’ının şirketlere, sadece
%9’unun halka ait olduğunu belirten Dünya Bankası daayrıca, biyoteknolojik yöntemle, yakıt üretiminin, gıda fiyatlarını %75 artırdığına işaret ediyor.
Bu yönde bilimsel pek çok etkinliğimizi izleyip takdir eden ve Gönüllü Bilimsel Danışma Kurullu üyemiz Prof. Dr. Şeminiur Topal’ın, S.O.S Çevre Gönüllülerine, 2002 Yılında armağan ettiği’’ Tarım, Gıda, Ekosistem Boyutuyla Biyoçeşitlilik: Toplumsal ve Yasal Yankıları’’ çalışmasını, kitaplaştırmıştık.
Değerli bilim insanımızın söz konusu yapıtında titiz bir çalışmayla ortaya koyduğu gibi: ‘’Özellikle soya, pamuk, mısır, domates vb. tüketim ve ekonomik değeri açısından önem taşıyan temel tarımsal ürünlerimiz için, genetik olarak değiştirilmiş bazı türlerin, ülkemizde denenmesi veya kontrolsüz ithal edilmesi: ciddi tarımsal, ekolojik ve sağlık sorunlarını doğurabilecektir. AB Ülkelerinde olduğu gibi, halen uygulanmakta olan duyarlı stratejiler izlenmelidir. GMP lerin çevreye salınması, durdurulmalı ve üretimi yasaklanmalıdır’’ diyerek, bu konuda alt yapı düzenlemesine; konuyla ilgili kontrol birimleri oluşturulmasına ve yetişmiş insan gücünün önemine de dikkat çekmiştir. Dünyadaki birkaç büyük şirket tarafından dara düşürülen ülkelerin dayatmalarından bir an önce vaz geçip, ata mirası tohum üretimine dönülmesi ‘’zararın neresinden dönülürse kardır’’ anlamında, gelecek kuşaklar adına son derece yararlı olacaktır.
Evet temel tarımsal ürünlerimizin, genetik olarak değiştirilip ithal edilmesi, sağlık ve ekolojik sorunlar yaratacaktır. Ata mirası tohum üretmeliyiz. Gelecek kuşaklara için de.
Günümüzde vefanın ve paydaşlik ruhunun büyük ölçüde yitirilmesine karşın, bilimsel birikimimin eseri olan kitabımın ve emeğimin, toplum yararli etkinliklerinde yer aldigim SOS gb. hep saygi duydugum bir STK’a armağanimin hala inkar edilmemiş olması beni mutlu etti . Tesekkurler. Omrum boyunca gönüllülük ve toplumsal sorumluluk iki önemli ilkem olmuştur. Ne mutlu bana.