Türksen BAŞER KAFAOĞLU / BELLEK-KADIKÖY
Sömürü, yaşamsal her alanda yer bulabilen ve geniş anlamlar içeren bir sözcük.
Daha çok dayatmalarla çıkar sağlamak anlamında: doğa, ülkeler,toplumlar, aileler arası, aile içi ve ırk,cins din, dil, kadın, etnik yapı sömürüleri gibi, daha da genişleyebilen boyutlarda tanım ve olgular içermekte. Duygu sömürüsü de, taraflardan birinin gücünü, pervasızca başka birinin hassasiyeti üzerinden kullanıp, yarar sağlaması olarak oldukça yaygın. Kısacası tek bir sözcük kapsamındaki bu saydığımız, istenmeyen durumlar, her alanda ve farklı boyutlarda yaşanmakta.
Global anlamıyla düşünüldüğünde, dünya üzerine kabus gibi çöken sömürü olgusu: kollektif, planlı hareket ve pazarlıklar içerir. Öyle ki bu durum, politik, jeopolitik, stratejik, ekonomik, demografik vb. gibi, gelişmiş ülkelerin gelecekte daha da güçlü olmalarını hedefleyen çıkar çalışmalarıyla açığa çıkıverir.
Son yıllarda da, sıklıkla ve üzülerek izlediğimiz, siyasi tercihli şekillenmeler, çoğu dünya halkları ve onların çocukları için karanlık ve belirsiz tablolar oluşturmakta. Dünya’daki batılı ülkeler daha zengin olma istemiyle ve sistemli bir şekilde gerçekleştirdikleri, sömürgeleştirme konferansları başlatarak, tarihe kara bir damga vurmakta gecikmemişler. Nasıl mı? Değerli yazar yılmaz Erdin’in “Dünya Hala Büyük Yaşam Hala Küçük” adlı kitabında yer alan, bu yöndeki kısa bilgiler, son yıllarda yaşanan dünya payalaşım hareketliliğinin gelişmiş bir yansıması gibi çıkmakta karşımıza. 1884’lerden bu yana güçlü batılı devletler, yer altı ve yer üstü zenginliği, ucuz işçiliği olan, atıklara hayır diyemeyen, ekonomisi iyi gitmeyen ülkeler üzerinde, hummalı araştırma, planlanma ve pazarlıklar yapma yolunda ilerlemekteler. Ne yazık ki, çoğu pazarlıktan, ülkelerdeki halkların haberleri de olamıyor
1884 de Almanya Devlet Başkanı Otto Von Bismarck’ın girişimi ve Portekiz’in isteği ile büyük batılı devletlerin Afrika topraklarını paylaşmak üzere, toplantı yapmasıyla başladı. Almanya’nın hedefi, gücünü artırmaktı. Söz konusu durum, büyük dünya şirketlerinin, ucuz işçilikden yararlanma anlamında işine geliyordu. Bu hususta İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Portekiz, İspanya Amarika Birleşik Devletleri, Danimarka, Avusturya, Macaristan gibi batılı ülkeler de aynı düşüncelerle: bu yönde bağlayıcı bir yasa çıkarılmasını istiyorlardı. Zaten milliyetçi isyanların ve işçi ölümlerinin artışı da yeni bir düzenleme gerektirmişti. iştah kabartan Zirveye, çıkarı olan 14 ülke katıldı ve sonrasında da konferansların ardı arkası kesilmedi.
1914’de yine bir araya gelen ülkeler, önce Afrika’yı aralarında paylaştılar. Bazılarının burada daha önceden yasal sahiplikleri de vardı. Kıta, bu ülkelerce 50 ayrı düzensiz ülkeye ayrıldı. Hatta bazı yerlerde bunların bölünmelerinin, etnik savaşlara neden olduğu da biliniyor. Örneğin Liberya’daki köyün bir kısmı İngiliz bir kısmı da Fransız idare bölgesinde kalmıştı. Afrika halkının protesto gücü orantısız olduğu için, batılılara yetmedi tabi.
Son aylarda da İran’lı kadınların haklarıni yeniden kazanmak için yaptıkları direniş ve verdikleri büyük kayıplar; kadın cinayetleri; ülkeler arası korkunç savaşlar; “vahşi doğada bizi açlığa terk etmeyin ” der gibi, gözlerimizin taa içine bakıp yakaran kedi ve köpeklerin doyumsuz bakışları da, evren içindeki küçük sade yaşamların ve daha çok bencil doyumsuzların, büyük resmini, değişmeyen acı derinlikleriyle ortaya koymuyor mu?
Türksen Başer Kafaoğlu