Mim. Rıza GÜLOĞUL / BELLEK- KADIKÖY
J.Ruskin ve W. Morris gibi düşünürler 19.yüzyılın ortalarından başlayarak “biçimsel ve artistik anarşiden kurtulmak amacıyla ve statik hale gelmiş sanat akımlarına karşı eleştirel söylemlerde bulunmaya başladılar. ”Art Nouveau” genç mimar Victor Horta’ nın Brüksel de yaptığı “Tessel Evi” ile birdenbire ortaya çıkmış ve Henry van de Velde tarafından yaygınlaştırılmıştır.
Akım Fransa’da “Style Nouille”, İspanya’da “Modernismo”, Almanya’da “Jugendstil”, Avusturya’da “Sezession”, İtalya’da “Stile Liberty” olarak adlandırılmıştır. Osmanlı’ya taşınması ise 19. YY sonlarında saray mimarlığına getirilen Raimondo di Aranco nun etkisi ile olmuştur. İlk örnekleri, A. Menderes döneminde yıkılan Karaköy’deki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii ve Beşiktaş’taki Serencebey Türbesi’dir. Geçmişten etkilenmeksizin özgün bir üslup yaratamaya çalışan “art nouveau”da, birbirini izleyen akıcı biçimler ve simetri içinde bir asimetri görülür. Bütün sanatlarda etkisini gösteren bu akım, mimaride strüktür ve planlama kavramlarıyla ilişki kurulmadan, yalnızca estetik bir yaklaşımla gelişmiş ve daha çok süslemede kalmıştır. Başlangıç döneminde süsleme objesi olarak lale benzeri bitkilerin yanı sıra böcek duyargalarının kullanıldığı “Art Nouveau”nun, binayı masallaştırdığı söylenegelmiştir. Salvador Dali ise; “Mimarlığın Müthiş ve Yenilesi Güzelliğine Dair” adlı yazısında bu üsluptaki bir evi pastaya ya da şekerlemeci vitrinindeki süslü keklere benzetir.
“Art Nouveau” Osmanlı’da yalnızca Pera ve Galata ile sınırlı kalmadı. Dönemin gelişen mimari akslarından “Karaköy-Taksim-Harbiye-Şişli” boyunca ve “Tophane-Dolmabahçe” kıyı şeridinde, Beşiktaş ve Teşvikiye’den geçerek Nişantaşı’na doğru yükselen Dolmabahçe çevresindeki tepelik alanlarda, seyrek de olsa ahşap gibi yerli yapı geleneklerini kullanarak Boğaz’ın Avrupa Yakası’ndaki köylerinde, Adalarda, Üsküdar, Beylerbeyi, Kadıköy ve Fenerbahçe’de yayıldı.
Dış görünümüyle “Art Nouveau”nun özü; duyumsal çizgiler, belli belirsiz uçuşan, yumuşak, kıvırcık saçlı kadınsı figürler, bitkisel eğriler ve söğüt yaprakları, dalga kıvrımları, uçuşan duman gibi ögelerin yanı sıra, denetimli çizgiler, geometrik ayrıntılar ve renkli biçimlerle tanımlanabilir. Ama “İstanbul-Art Nouveau-su” nun en belirgin ayırt edici özelliği renk kullanılmamasıdır. Öte yandan Avrupa’da geleneksel yapım tekniklerinden çok demir – çelik gibi gibi malzemelerin yeni kullanış şekillerinin geliştirilmesine karşın, Osmanlı’da geleneksel malzeme kullanılmıştır. Bu akımın İstanbul uygulamasındaki diğer bir değişiklik, daha önce iç avluya açılarak mahremiyeti koruyan kafesli pencerelerle sokağa kapalı geleneksel Osmanlı ev biçiminin batılı yaşam tarzı özlemiyle terkedilmesi oluyor. Evler dış mekana açılmakta, balkonlar, verandalar ve geniş camlı çıkmalar önem kazanmaktadır. Geleneksel ev yaşamının başlıca merkezi olan sofa işlevini kaybetmiş, koridorlu mekânsal dağılım düzenlemeleri öne çıkmıştır.
Defalarca önlerinden geçtiğimiz halde başımızı kaldırıp yüzüne pek bakmadığımız bu yapıları, bulundukları semtlere göre sınıflandırarak düzenlediğim videoları ekte sunuyorum.
Birinci videoda – Suriçi – Kadıköy – Adalar – ve Ahşap yapılar
İkinci videoda – Karaköy – Tepebaşı – Taksim – Pera – Galata daki yapılar yer alıyor
Sunumlarda olabildiğince semt, sokak ve bina isimleri veriliyor. Henüz fotoğraflarına ulaşamadığım çok sayıda yapı olduğundan bu çalışmayı sürdürmeyi düşünüyor ve zaman içinde eksiklikleri tamamlamayı umuyorum. Bütün acımasız yıkımlara rağmen, “Art Nouveau” üslubundaki yapıların hala İstanbul’un güzel bir yüzünü yansıttıklarını düşünüyorum. (1)
Mim. Rıza GÜLOĞUL
(1) Kaynakça : Canan Avent