DEMET TANER / BELLEK-KADIKÖY
Moda deyince ilk aklıma gelen, çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği 50’li ve 60’lı yıllardır.
O kadar severdim ki Moda’yı, burada oturmayanlara neredeyse acırdım. Çok severdim çünkü bana göre Moda; Atatürk değerleriyle yetiştirilmiş bir ailenin kızı olarak; “muasır medeniyet” seviyesine erişmiş bir yerdi.
Sokaklarında yürürken bazı evlerden gelen piyano sesleri bana nasıl bir yerde oturduğumu hatırlatırdı. Çünkü ben de piyano çalardım. Yazın gündüzleri Moda Plajı, akşamları ise, elimizde minderlerle Whitoll’lerin köşkünün bahçesine kurulmuş yazlık sinemaya gitmek, ilk gençliğimin vazgeçilmez heyecanlarıydı.
Önceleri piyano dersi için evimize Matmazel Armenciyan gelirdi. Her yıl bir kez gittiği Paris’i heyecanla anlatırdı. Aynı apartmanda oturduğumuz Saint-Joseph’in efsanevi matematik hocasi Mösyö Matalon’un kardeşi Matmazel Rose ise, adeta Modalı çocuklara Fransızca öğretmekle görevliydi. Sanki Moda demek kültürlü olmakla eş anlamlıydı. Çevremizdeki insanlar yaşantılarıyla da hep bu imajı verirdi.
Bir yaz tatilinde burs kazanarak Amerika’ya gittiğimde hayal kırıklığı yaşamıştım.17 yaşımdaydım ve bana göre Moda, kültürel açıdan Amerikan seviyesinin çok üstündeydi. Tek mutluluğum; Simplon ekspresi İle 3 gün, 3 gece yolculuktan sonra geldiğim Paris’i görmekti. O yaz kardeşime Almanca öğretmek için Hamburg’dan gelen öğrenciye gıpta etmiştim. Çünkü o Moda’da benim yerime keyif çatarken, benim Amerikan taşrasında ne işim vardı ki? Şimdi geriye bakarken tabii böyle düşünmüyorum. Ama duygularım hiç değişmedi. Sanırım bu cümle benim o yıllardaki Moda izlenimlerimi doğru anlatıyor…