Araştırmacı Çevre Yazarı Türksen Başer Kafaoğlu
Bu yazımda, bir tiyatro ve bir roman özeti verecek ardından da, hadi birlikte düşünelim değerli dostlar, diyeceğim.
Yıllar önce izlediğim, Yazar Samuel Beckett’in, Godot’yu Beklerken eserinden tiyatroya uyarlanan bir oyunda: İnsanlar bir yörede aç ve susuz kalmıştır. Ellerinde kalan son havuç ve turpu da yerler. Artık yiyecekleri başka bir şey yoktur. Çaresizdirler. Yaşam güçleri her geçen gün azalır. Ne olduğunu bile bilmedikleri Godot’u beklemeye başlarlar. Tek umutları budur. Oysa o hiç gelmez. Sorunlar karşısında birilerinden bir şeyler bekleyenlerin umudu, bulaşıcı bir uyku haliyle, topluca yok olurlar. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Jose Saramago’nun 1998’de Nobel edebiyat ödülü aldığı ‘’Körlük’’ adlı kitabı da: felsefi ve incelikli bir eser. Bireysel körlüklerle şekillenen toplumsal yapının gerçeği, anlatılıyor. ‘’Bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et’’ sözleri yer alıyor boş, ama içi dopdolu bir sayfasında. Bana bu sözler, derinlikli, düşündürücü ve kalıcı geldi.
Eserin sonunda, geniş bir pencereye doğru yürüdüğümü hissettim. Merakla bitirdiğim satırlardaki: Üç görmez ve onlara rehber olan bir kadınla sürdürülen roman kahramanlarının yaşam serüvenleri, sürükleyici bir dille anlatılmış. Görmezlerin, olaylar karşısındaki tepki, hayal gücü, duygu ve düşünceleri yer yer kazılmıştı sanki belleğime. Cümlelerin akışıyla sayfaları çevirdiğimde, romandaki her bir kişinin yaşadığı hayal kırıklığı ile kanıyordu yüreğim. Uzun uzun uzaklara bakıp düşündüm. Ve sonra, toplumsal yaşamın, kısa bir süreçte nasıl vahşete dönüşebileceğinin daha da net görülmesi ve bir şeyler yapılması gerektiğini fark ettim.
Her iki özet anlatım örneği de: bireyle toplum arasındaki değişik etkileşimleri ortaya koyuyordu. Yaşanan bireysel yanlışlar, toplumda çok çabuk devleşip yayılıyor. Tıpkı bir salgın hastalık gibi. Ne demek istendiğinin, daha anlaşılır olabilmesi için, özetle öykünün can alıcı yanını anlatmaya çalışacağım:
Söz konusu ‘’Körlük’’ kitabında özetle anlatılan: ansızın göremeyen birinin attığı panik çığlığına koşan kişinin, aslında yardım eder gibi görünerek, zor durumdaki adamın arabasını çalması. Spesifik bir olaymış gibi algılansa da, toplumun gövdesine yapışması kolay ve bulaşıcıdır. Yaşayarak, benzer pek çok benzeri olaya tanık olmuşuzdur. Bu yönüyle de değerlendirilip, sosyolojik yapıya etkileri de hesaba katılmalı, üzerinde ayrıntılarıyla düşünülmeli. Son yüzyılda, sistemin oluşturduğu ağır darbelerden biri de buydu, diye düşünüyorum. Çağın hastalıklarıyla savrulan umarsızlıklardan kurtulmanın yolları nedir? Nerelerden kaynaklanıyor da böyle büyüyor? Sorularının yanıtları irdelenmeli. Toplumsal ve patolojik, böylesi durumlar bir an önce iyileştirilmeli. Kadına Şiddet de böyle uçurumlaşmadı mı? Çağın hastalıklarıyla savrulan umarsız yaşamlardan, ilgili dayatmalardan kurtulmanın yolları bulunmazsa, korkarım içinden çıkılmaz güvensizlik, korku ve mutsuzluklar artar. Toplumsal bozulmalar kolay oluyor. Buna yol açan temel tercihler var elbette. Düzeltilmesi zor gibi görünse de iyiyi güzeli arayan birikmiş yurttaş potansiyeli var. Her zaman açığa çıkmaya hazır. Önce bireyselliğimizi sonra da yurttaşlık sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmekle, bir yerden başlayabiliriz. Bakarken görüyor; görüyorsak fark edebiliyor muyuz? sorularının incelikli ve irdeleyici yanıtlarını vermeye çalışalım. Yanlış objelerin yakalanması ve elbette nasıl kırılacağı önemli. Bu arada olumlu bir örnek olsun ki biz kadınlar: yaşıyor, görüyor ve estirilen ters ve rüzgarlara karşı, haklarımızı savunup yelken açıyoruz. Bu yıl da, Körlüklere karşı direnen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlarına da bu vesileyle selam olsun.
Türkmen hanım çok yerinde saptamalar ile
bizleri uyarıyor.